31 Ekim 2014 Cuma

Cumhuriyet mecburiyet mahkümiyet : Neden her iktidar ille de Cumhuriyetçi Milliyetçi Devletçi Halkçı İnkılâpçı Laik ve de kesinlikle sözde değil özde Atatürkçü olmak zorunda


“Cumhuriyet”
i ilk duyduğumda üç-dört yaşlarındaydım…
Bir “saltanat çocuğu” olan rahmetli babam, cumhuriyet kutlamalarına katılacağını söyleyip evden çıkmıştı. Denizciydi. Rejimlerle pek işi olmazdı. Ama belli ki, cumhuriyeti benimsemişti. Ne çare, Başöğretmenim Hikmet Bey(çocukluğumun ilkokullarını müdür yerine başöğretmenler yönetirdi) babamı, bu özelliğine rağmen, hiçbir zaman benimseyemedi…
Namazında-niyazında bir adam olmasıyla her söylenene kafa sallamayıp itiraz etmesi, ardından sorgulamaya başlaması, babamı “mimleme”si için yetti.
Hikmet Bey’in tarifine göre, cumhuriyetçi babam “cumhuriyet düşmanı” sayılıyordu: Bunu hiçbir zaman anlayamadım.
Neden sonra fark ettim ki, istenen şey “cumhuriyeti benimsemek” değil, cumhuriyet adına yapılan dayatmaları hiç sorgulamadan, yani “kayıtsız-şartsız” sineye çekmekti.
Güya “hâkimiyet kayıtsız-şartsız milletin”di. Aslında ise ülkede egemen güçlerin “kayıtsız-şartsız” hâkimiyeti vardı. O kadar ki, Demokrat Parti’nin iktidara gelmesi bile bunu değiştirememiş, ülkeyi tek parti kodamanlarının sultasından ve bürokrasi cephesindeki keyfiliklerden kurtaramamıştı.
Zaman içinde pek çok iktidar gördüm. Bazıları hiçbir iz bırakmadan kaybolup gitti. Bazıları pek çok yatırım yaptı, ama hiçbiri şu soruları soramadı:
“CHP’nin altı okunda simgelenen ‘ilke’lerin anayasada ne işi var?..”
“Neden her iktidar ille de ‘Cumhuriyetçi’, ‘Milliyetçi’, ‘Devletçi’, ‘Halkçı’, ‘İnkılâpçı’, ‘laik’ ve de kesinlikle ‘sözde değil özde Atatürkçü’ olmak zorunda?”…
Öyle olunca her şey düzeliyor mu? Neden düzelmedi peki?
“Bir Türk dünyaya bedeldir!” ya da “Ne mutlu Türk’üm diyene” diye bağırta bağırta büyüttüğümüz nesillerin bir bölümü neden “terörist” olup yıllar boyu askere ve polise kurşun sıkıyor?
Sloganlar, niyetler, nutuklar ve şiirler ne yazık ki, karın doyurmadı.
Belki de bu yüzden, “Cumhuriyet/ Hürriyet” kafiyeli böbürlenmelere sinir oluyorum!..
“Cumhuriyetimizi ve demokrasiyi CHP’ye borçluyuz” diyenlere de “hadi ordan!”çekiyorum.
Çünkü, borçlu yaşamayı sevmiyorum… Çünkü, bu iddianın doğru olmadığını biliyorum… Ayrıca da, o borcu çoktan kapattığımıza inanıyorum.
Cumhuriyeti kuranlardan kimisine “Ebedi Şe”lik, kimisine “Milli Şef”lik, kimisine bakanlık makanlık verdik, ödeştik!
Düşünün ki, İnönü, kesintisiz ve de muhalefetsiz 27 yıl süren iktidarında hiç bir başarı gösteremedi… Hiçbir eser veremedi… Milleti açlığa, yokluğa, yoksulluğa, ezansızlığa, Kur’ansızlığa mahküm etti… Buna rağmen iktidarda kaldı…
Yani borç kapandı, millet alacaklı duruma geçti!
Hem zaten 1923’te ilân edilen cumhuriyet de bir “demokratik cumhuriyet” değil, İttihad ve Terakki mantığının “cumhuriyet” kılıfıyla kılıflanmış şeklidir.
Çünkü 1950’ye kadar şeklen bile “demokrasi” yoktur. Çünkü (hileli 1946 seçimini saymazsak), siyasi partiler ve seçim yoktur… Vatandaşa yöneticilerini seçme hakkı tanımayan bir cumhuriyete, “demokrasi” demek, olsa olsa demokrasiye iftira olur…
Cumhuriyet bir mecburiyetti: Zira saltanatın ve hilafetin devam etmesi demek, Mustafa Kemal Paşa’nın en fazla genelkurmay başkanlığına, İsmet Paşa’nın da kuvvet komutanlığına razı olması demekti. Ama sistem değişir, meşrutiyet yerine cumhuriyet ilân edilirse, Kemal Paşa padişah yetkilerini aşan yetkilerle donatılmış “Ebedi Şef”, İsmet Paşa ise “Milli Şef”olacaktı.
Nitekim de öyle oldu… Bu da son derece normaldir: Zira politikada, “vefa” denen kavramdan eser yoktur. 

 YENİ AKİT / Yavuz Bahadıroğlu 

Cumhuriyet Tarihinin En Uzun MGK'sında Alınan Kararlar : PARALEL YAPI-IŞİD VE IRAK-SURİYE KONUSU-İSRAİL-FİLİSTİN -AFGANİSTAN-UKRAYNA-TUNUS-PARALEL YAPIKKTC’NİN HAK VE MENFAATLERİ


PARALEL YAPI
Milli Güvenlik Kurulu'nun ardından yapılan açıklamada,"Ülkemizin güvenliği, halkımızın huzuru ve kamu düzenini ilgilendiren hususlar ayrıntılı olarak görüşülmüştür. Bu kapsamda milli güvenliğimizi tehdit eden ve kamu düzenini bozan iç ve dış legal görünüm altında illegal faaliyet yürüten paralel yapılanmalar ve illegal oluşumlarla yürütülen mücadelenin kararlılıkla sürdürüleceği vurgulanmıştır" ifadeleri kullanıldı.
IŞİD VE IRAK
Açıklamada, "Irak ve Suriye'de IŞİD ve diğer terör örgütleriyle mücadele, ülkemizin bu mücadelede uluslararası koalisyon içindeki konumu, Türkiye'ye müzahir gruplar başta olmak üzere, ılımlı muhaliflerin durumu ve yerinden edilen kişilere yönelik insani yardımlarımız görüşülmüştür. Ayrıca Irak'taki siyasi süreçte son dönemde yaşanan gelişmeler gözden geçirilmiş, ikili ilişkilerin güçlendirilmesi yönündeki irade teyit edilmiştir" değerlendirmesinde bulunuldu.
SURİYE KONUSU
MGK'nın ekim ayı bildirisinde, "Suriye'de dördüncü yılını tamamlamak üzere olan çatışma ortamının ülkemizin ve bölgemizin güvenlik ve istikrarına yönelik yansımaları, bu konudaki bölgesel ve uluslararası yaşanan son gelişmeleri de içerecek şekilde müzakere edilmiştir"denildi.
İSRAİL-FİLİSTİN ATEŞKESİ
Açıklamada, "Başta Gazze'de sağlanan ateşkes olmak üzere, İsrail-Filistin ihtilafında yaşanan son gelişmeler, Libya ve Yemen'deki mevcut durum ile bölgesel yansımaları kapsamlı biçimde görüşülmüştür" ifadelerine de yer verildi.
ÇÖZÜM SÜRECİ
Açıklamada, "Terörle çok boyutlu mücadele kapsamında sürdürülen çözüm süreci ele alınmış, sürecin oluşturduğu olumlu atmosferi ve huzur ortamını bozmaya yönelik provokatif olaylara karşı kamu düzeni ve güvenliğini koruma konusundaki kararlılık teyit edilmiştir" değerlendirmesinde bulunuldu.
KKTC’NİN HAK VE MENFAATLERİ
Ege ve  Akdeniz’deki gelişmeler gözden geçirildi. Deniz yetki alanları başta olmak üzere Ege ve Doğu Akdeniz’deki gelişmeler gözden geçirilmiş; Türkiye’nin kendi kıta sahanlığı içerisinde ve garantör ülke olarak KKTC’nin ruhsatlandırdığı sahalardaki hak ve menfaatlerinin korunması için gereken her türlü tedbirin önümüzdeki dönemde de kararlılıkla alınacaktır.
AFGANİSTAN-UKRAYNA-TUNUS
Afganistan’daki başarılı siyasal süreç değerlendirilerek, Türkiye’nin desteği vurgulanmıştır. Ayrıca, Ukrayna ve Tunus seçimleri gözden geçirilmiştir.

30 Ekim 2014 Perşembe

Türkiye Cumhuriyeti'nin 91. kuruluş yıl dönümü dolayısıyla Anıtkabir'deCumhurbaşkanı Erdoğan, Anıtkabir Özel Defteri'ne yazdığı yazıda halkın seçtiği ilk cumhurbaşkanı olmasına dikkat çekti.


 Cumhurbaşkanı Erdoğan, Anıtkabir Özel Defteri'ne şunları yazdı:


"Başkanlığınızdaki Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin ilan ettiği, milletimizin en büyük eseri, aynı zamanda gurur ve iftihar kaynağımız olan cumhuriyetimiz bugün 91. yılına ulaştı.
91 yıllık azimli ve kararlı mücadelenin neticesinde bugün Türkiye Cumhuriyeti ekonomisiyle, demokratik standartlarıyla barışa, insan hak ve özgürlüklerine atfettiği değerlerle bölgesinin ve dünyanın saygın bir devleti konumuna yükselmiş, dünyada örnek alınan ve takdirle izlenen ülkeler arasında yerini almıştır.
Cumhuriyetimizin ilk Cumhurbaşkanlığı vazifesini ifa ederken milli iradenin tam anlamıyla tecellisi yönünde hassasiyetinizi her fırsatta ifade etmiş, demokrasiye geçiş yönünde girişimlerde bulunmuştunuz.
Büyük bir iftiharla belirtmeliyim ki 91. yılında Türkiye Cumhuriyeti çok partili hayatı içselleştirmiş, milli iradeyi yüceltmiş, demokrasinin standartlarını ileri seviyelere taşımış, istisnasız herkesin cumhuriyeti olma yolunda tarihi adımlar atmıştır. Cumhurbaşkanının halkın doğrudan oylarıyla seçilmesi de bu sürecin tamamlayıcı adımlarından biri olmuştur.
91. kuruluş yıl dönümünde halkın doğrudan oylarıyla seçilmiş ilk Cumhurbaşkanı olarak aziz hatıranızı yad ediyor, tüm şehit ve gazilerimizi rahmetle anıyor, milletimizin Cumhuriyet Bayramı hayırlı olsun diyorum. Ruhunuz şad olsun."
T.C  12,CumhurBaşkanı
Recep Tayip Erdoğan
*********
SIRASIYLA  TÜRKİYE CUMHURİYETİ CUMHURBAŞKANLARI :

DEVAMI




1-Mustafa Kemal Atatürk

2-İsmet İnönü

3-Celal bay

4-Cemal Gürsel

5-Cevdet Sunay

6-Fahri Korutürk

7-Kenan Evren

8-Turgut Özal

9-Süleyman Demirel

10-Ahmet Necdet Sezer

11-Abdullah Gül

12-Recep Tayyip Erdoğan ( Halk Tarafından Seçildi )


**********


Cumhuriyet ve Cumhurbaşkanlığı Sarayı :

YENİŞAFAK / Mehmet Metiner

Cumhuriyetimiz 91 yaşında. Cumhuriyet'in ne olduğunu anlatmaya gerek yok. Adı üstünde, 'Cumhurun rejimi' demek…
Cumhur, halk demek… Herkes demek.
Dini, dili, ırkı, rengi, mezhebi ne olursa olsun vatandaş olan herkesin rejimi demek Cumhuriyet. Farklılıkların tekleştirildiği değil, farklılıkların çokluk anlayışı içinde yaşatıldığı demokrasi o yüzden cumhuriyet için olmazsa olmaz bir öneme sahip. Eğer bir cumhuriyet herkesin değilse ve herkesin kendine ait hissettiği bir rejim değilse orada demokrasiden bahsetmek imkansızdır. Cumhuriyetimiz ne yazık ki uzunca yıllar demokrasiden yoksun yaşatılmaya çalışıldı. Daha doğru ve açık bir ifadeyle, elitist ve azınlıkçı bir zümrenin cumhura anti-demokratik yöntemlerle dayattığı bir despotik rejime büründürüldü.
'Tek parti hanedanlığı' ve 'Milli Şef faşizmi', demokrasiden yoksun cumhuriyetimizin kapkara günleridir. Sandığa geçildikten sonraki süreçte de cumhurun iradesinin Ankara'da vesayet altına alınması, darbelerle halk iradesinin terbiye edilmeye çalışılması demokrasisiz cumhuriyetin göstermelik demokrasi maskesi altında o elitist ve azınlıkçı zümre tarafından sürdürülmek istendiğinin göstergesiydi. Cumhurunu beğenmeyen ve cumhuru yukarıdan aşağıya zecri yollarla değiştirmeye çalışan bu cumhuriyetçi-elitist anlayış gücünü sandıktan değil derin bürokrasiden alıyordu.
'Derin bürokrasi' demek, darbe anayasalarıyla beraber sistemin içine monte edilen en güçlü vesayet organları demekti. Anayasa Mahkamesi gibi… Yüksek Yargı gibi… Milli Güvenlik Kurulu gibi… Sandıktan çıkan irade Ankara'da önüne konulan politikaları koşulsuz tatbik etmezse alaşağı edilirdi.
Ya darbeler marifetiyle hükümetler devrilirdi. Ya Anayasa Mahkemesi tarafından iktidardaki partinin ipi çekilirdi. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı makamının bu bürokratik iradeyi pekiştirmek için nasıl demoklesin kılıcı gibi tutulduğuna girmeye bile gerek yok.
Hakimiyet kağıt üstünde kayıtsız-şartsız cumhura aitti, ama gerçekte hakim olan tek güç bürokratik oligarşiydi. Meclis bir tür noterlik makamı olarak görülürdü. Hükümet, MGK devletinin icra organı gibi çalışmakla yükümlüydü. Yasaklarla örülü bir rejime dönüştürülmüştü cumhuriyet.
Cumhur için neyin gerekli ve neyin gereksiz olduğuna hükmeden bir üst irade vardı. Cumhurun neyi giyip giymeyeceğine karar verme hakkı bile yoktu. O üst iradenin istemediği bir giyim-kuşam tarzına bürünmüşse şayet kamusal alanların tümü kendisine kapatılırdı. Üniversitelerde okuyamazdı mesela. Milletin meclisinde bulunamazdı mesela. Kamu kurumlarında zinhar görev alamazdı mesela. Yasaklar gırlaydı. Her alanda. Koyu bir despotik rejimin cumhura cumhuriyet diye dayatılması kelimenin tam anlamıyla bir ironiydi.
AK Parti iktidarıyla beraber bu vesayet rejimi de, despotik yönetim tarzı da tarihe uğurlandı. Artık cumhura o azınlıkçı-elitist zümrenin dayattığı despotik bir cumhuriyetimiz yok çok şükür. Cumhurun isteğini göre kendini şekillendiren ve cumhurun farklılıklarını üzerinde taşıyan demokratik bir cumhuriyetimiz var hamdolsun. Cumhur artık kendi başkanını kendisi doğrudan seçebiliyor. Cumhur ne istiyorsa o oluyor. Bürokratik oligarşi henüz bütünüyle ortadan kaldırılmamış olsa bile gücünü büyük ölçüde yitirmiş durumda.
Bürokratik-elitist cumhuriyetin zaptiyeleri elbette bu değişimden hazzetmiyorlar. Demokrasiyle kendini taçlandırmış cumhuriyetimiz görkemiyle artık göz kamaştırıyor. Değişime direnenler bir bir tasfiye ediliyorlar bizzat cumhur tarafından. Dün Yeni Türkiye'nin demokrasiyle taçlanmış cumhuriyetinin 91. Yıldönümünü Başkanlık Sarayı'nda kutladık.
Yeni Türkiye'nin lideri ve cumhurun seçilmiş ilk başkanı olan Recep Tayyip Erdoğan'ın dünyada eşi benzeri az bulunur Cumhurbaşkanlığı Sarayı'nda cumhur adına göğsünde taşıdığı o haklı gururu gördüğümde tarifsiz bir sevinç yaşadım. Demokratik cumhuriyetimize yaraşır görkemli bir saray inşa edilmiş. İnşaallah yeni Türkiye'nin yeni anayasasını 2015 seçimlerinden sonra yaparak demokratik cumhuriyetimizi tüm halkların gıptayla izlediği bir mecrada ilelebet yaşatırız diyorum.
Yaşasın demokratik cumhuriyetimiz.
SENDEN, BENDEN, HEPİMİZDEN BÜYÜK ALLAH VAR!
Cumhurbaşkanımız Erdoğan her seferinde uyarırdı hepimizi: 'Sakın ha, iktidarın şehvetine yenik düşmeyiniz.' Rabbimiz, kendisine yeryüzünde iktidar verdiklerine hep alçak gönüllü olmayı salık verir. Bizler hakkın emrinde ve halkın hizmetinde olan neferleriz. Makam ve mevkiler bizi şımartmamalı. Büyük ol kişidir ki, yükseldikçe alçalır. Küçük ol kişidir ki yükseldikçe böbürlenir. Kibir sahiplerinden uzak durmak gerek. Bizim kibrimiz müstekbirlere karşı olmalı asıl, garibanlara ve mazlumlara karşı değil. Bir tek müstekbir zalimlere karşı kibirlenmek sadakadır bizim inancımızda, gayrısı manevi günahların en büyüğüdür. Kendine saygısı olanın bir başkasına saygısızlığı olamaz. Makamlar gelip geçicidir. Unvanlar da. Kalıcı olan adamlıktır. İnsanlıktır. Geldiğimiz yeri unutmamalıyız asla. Geçmişimizi de.
Başkalarının aşağılamalarıyla büyüdük biz. Kendini muktedir sananların o küçümseyici ve azarlayıcı nazarlarından hep şikayet edip durduk. O üsttenci, küçümseyici ve azarlayıcı nazar, zinhar bizim nazarımız olamaz. Kim ki dün eleştirdiği muktedirlere dönüşürse o bizden değildir. Anlayış olarak bizden değildir. Ahlaken bizden değildir.
Cumhuriyetçi elitistlerin nazarlarını dindarlık kisvesi altında sürdürenlere aramızda yer olmamalı. Kibir, küçültür ve bitirir insanı. Ölümlü bir kul olduğumuzu unutmayalım dostlar. Ve birbirimizi yanlış yaptığımızda uyarmakla yükümlü olduğumuzu da… Özür dileme erdemliliğinden yoksun olanlarla yol arkadaşlığı yapılmaz bilesiniz.

Yeni emperyalizme karşı Yeni Türkiye
TAKVİM / Bülent Erandaç


PLAN 2001'DE BAŞLADI

KÜRESEL PAYLAŞIM planlarında, ne tesadüftür, 1. Numaralı Sıklet Merkezini Genişletilmiş Ortadoğu ve Avrasya oluşturuyor. Bu bölgenin seçilmesinde, petrol/gaz ve enerji boru hatlarının güvenliğinin birinci derecede önemli olduğunu görmemek, anlamamak mümkün mü? Amerika-İngiltere (Ve Avrupa) merkezli stratejik beyinler, yeni emperyalizm planlarını 2001'de, İkiz Kulelere saldırı sonrasında uygulamaya başladı. Önce Afganistan işgali başladı. EL KAİDE bahane edilerek dünyanın yeni küresel gücü Çin'in önünü kesmek için harekete geçtiler. Yeni Ortadoğu dizayn edilirken, petrol/gaz merkezlerini ırkmezhep ayrımları üzerine şekillendirmek ve İsrail'im güvenliğini sağlamak öncelikli olarak değerlendirildi. Irak işgal edildi. 3'e bölündü.
Kürt, Şii, Sünni bölgeler şekillendi. Sıra Suriye'ye gelince, Rusya ve Çin'in gelişmelere set çekmesi, bugün sınırlarımızda yaşanan kan ve gözyaşlarına yol açtı. Türkiye, Mısır ve Ukrayna üzerinde psikolojik harekât başlatıldı.
Ukrayna ve Mısır'da işi hallettiler.
Tayyip Erdoğan liderliğindeki YENİ TÜRKİYE ise planlarını çökertti.
IŞİD'in Yeni Ortadoğu şekillenmesinde çok iyi kullanılan bir enstrüman olduğu ortaya çıktı. IŞİD'i yaratan, hazırlayan Batı'dır. Şimdi, PKK-PYD aşkını gözlüyoruz.
İlginçtir, 1999 YILINDA Öcalan'ı Türkiye'ye teslim eden ABD, 15 yıl sonra PKK'ya, onun Suriye kolu PYD'ye sarıldı. Derin Amerika, PKK'da ne cevher görmüş olabilir? Derin Amerika-İngiltere-Almanya-Fransa, Kandil'i şımarttılar. Bir taraftan Yeni Türkiye'nin çözmekte olduğu çözüm sürecini sabote ettiriyorlar. Diğer taraftan PKKPYD'ye Kuzey Suriye'de hayat veriyorlar.
ERDOĞAN-DAVUTOĞLU OYUNU GÖRÜYOR: Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan "Her türlü melanetin, olanların arkasında bir ÜST AKIL VAR" diyerek, oynanan oyunlarını, emperyalizmin paylaşım mücadelesini gördüğünü, iyi analiz ettiğini gösterdi. Başbakan Ahmet Davutoğlu, oynanan küresel paylaşım kavgasının ruhunu biliyor. Nitekim önceki gün; Ortadoğu'yu dizayn eden İngiltere'nin yayın organı BBC'e anladıkları dilden konuştu: "Sınırlarımızda, PKK, İŞİD, Esad istemiyoruz.'' Bu ne demektir? Esad üzerinde, Amerika-Rusya'nın oynadıkları oyunun görülmesidir. Batı'nın, PYD üzerinden, Kuzey Suriye'de yeni bir devletçik çıkarmalarının iyi analiz edilmesidir.

SONUÇ: Yeni emperyalizmin, petrolgaz ve enerji boru hatlarını kontrol bağlamında ırki-mezhebi yeni devletçciklerle kurgulanan yeni paylaşım planlarını bertaraf etmede olmazsa olmazımız şudur: Yeni emperyalizmin paylaşım haritasını bir zamanlar Sevr planlarını yırttığımız gibi yırtmanın dayandığı güç 77 milyonun birliğinden geçiyor.
91'İNCİ YAŞINA GİREN CUMHURİYETİMİZ YENİ BİR RUH VE HEYECANLA BİRLİK VE BERABERLİĞİNİ SARSILMAZ BİÇİMDE SÜRDÜRDÜKÇE ERDOĞAN-DAVUTOĞLU YENİ TÜRKİYE LİDERLİĞİ; HER OYUN PLANINI BERTARAF ETMEYE-YIRTMAYA MUKTEDİR OLACAKTIR.

28 Ekim 2014 Salı

Hz. Süleyman Krallığı Tüm bölümler (HD) -Türkçe Dublaj


Süleyman Krallığı isimli filmi HD kalite

2010 İran yapımı olan Hz. Süleymanın Krallığı filmi. Yönetmen koltuğuna Shahriar Bahrani oturmuştur. Film 50 milyon dolarlık bir bütçe ile İran Devleti tarafından desteklenen Peygamberlerin Hayatı isimli proje kapsamında film olarak insanlara sunulmuştur.

Filmin Başrol Oyuncusu Amin Zendegani ise filmi izleyen herkesten hem oyunculuk performansı hem de yakışıklı ve karizmatik görünüşü ile tam not aldı. 1972 iran doğumlu olan Amin Zendegani daha önce bir filmde başrol oynamamış.

Hz. Süleyman; Allah ona daha önce kimseye vermediği bir güç verdi. Emrine cinler,hayvanlar ve rüzgar boyun eğdirildi.

Yapım: 2010 – İran

Yönetmen: Shahriar Bahrani

Oyuncular: Amin Zendegani, Abas Ghelich Loo, Javad Taheri, Sirous Saber, Arjang Amirfazli

İYİ SEYİRLER…

Hz. Süleyman Krallığı 1. Bölüm



Hz. Süleyman Krallığı Tüm Bölümler (HD) -Türkçe Dublaj




HZ SÜLEYMANA KADAR BÜYÜ KABALA TARİHİ

VE Onlar büyüye değil büyü onlara hükmetmeye başlıyor zamanla İslam’da Şeytan(İblis) tektir ama insanların ve cinlerin içinden çıkan şeytanlar vardır. Hıristiyanlıktaki Azazil karakteri Kuran’da Semum adıyla yer bulmuş bir cehennem yaratığıdır.

İblisin asıl adı, Azazil idi. Cenab-ı Hakk'ın Hz. Âdem (as.)'e secde etme emrinden yüz çevirmesi ve bu secde emrine kibirlenerek isyan etmesinden sonra, “iblis” ve“şeytan” isimlerini aldı.
İblis cinlerdendir, ateşten yaratılması melek olacağı anlamına gelmez.

Cin ve Şeytanların Atası İblis
“Meleklere, “Âdem’e secde edin.” dedik, İblis müstesna, hepsi secde ettiler. O, cinlerdendi; Bundan dolayı Rabbisinin emrinden çıktı...” (Kehf, 18/50)

İbn Abbas (r.a.)'dan gelen bir rivayete göre,
“İblis, meleklerin bir kabilesindendi. Bu, kendilerine cin denen ve yakıcı ateşten yaratılmış olan bir kabile idi. İblis’in o zamanlar ismi “Hâris”di ve cennet bekçilerindendi. Bu kabile dışındaki melekler, nurdan yaratılmışlardı.” Yine İbn Abbas(r.a.)'dan gelen bir başka rivayete göre, “İblis’in ismi, “Azâzîl” idi ve yeryüzünde kalırdı. Meleklerin, bilgi ve akıl bakımından en kuvvetlilerindendi.” Taberî, 1/178.

İbn Abbas ve İbn Mes’ud (r.a.)'a dayanan bir rivayette de,
“İblis, birinci göğün ve yeryüzünün idaresi ile vazifelendirilmişti ve meleklerin, cin denilen bir kabilesine mensubtu. Bu kabileye, cenneti korumakla görevli oldukları için “cin” denilmişti. Binaenaleyh İblis aynı zamanda cennetin bekçilerindendi.”denilmiştir. Taberî, 1/178.

“İblis’den önce de cinler vardı. Fakat onlar helak olmuşlar ve onlardan sedece İblis kalmıştı. Binaenaleyh bugünkü cin ve şeytanlar, onun zürriyetidir. Buna göre de İblis’in cinler içindeki yeri, Nuh(a.s)'un insanlar arasındaki durumu gibidir.” Âlûsî, 15/292.

Ayetlerde, kıyamet günü, Allah Teala’nın meleklere, kafirlerle ilgili olarak, “Bunlar size mi tapıyorlardı?”sorusuna karşılık meleklerin,
“(Ey Rabbimiz) seni tenzih ederiz. Bizim dostumuz onlar değil sensin. Doğrusu onlar cinlere tapıyorlardı.” Sebe, 40-41. ayetleri
şeklinde cevap verecekleri bildiriliyor.
“Şüphesiz Şeytan, insana apaçık düşmandır.” Kur’an 17:53
Bu açık ifade meleklerin ve cinlerin iki ayrı cins olduklarını gösteriyor.
Tek tanrılı dinlerin sonuncusu olan İslam ile Şeytan, insan üzerindeki etkisini kaybetmiştir.




Şeytanın vezirleri: (İfritler)


Şeytanı vezirleri ifritlerden oluşur. İfritler cinlerin azgın ve güçlü olanlarıdır. Kimisi fiziksel güce sahip kimisi de ruhani güce sahip olarak diğer avam cinlerden daha güçlü bir şekilde hareket ederler. Bu konuya örnek olarak neml süresindeki 39–40 ayetleri gösterebiliriz. İfritlerden biri Hz. Süleyman’a Sebe’ Melikesinin tahtını “sen yerinden kalkıncaya (doğruluncaya) kadar getiririm” demişti. Yemenin Sebe’ bölgesinin melikesi, Belkıs isminde bir kraliçeydi. Hz. Süleyman (A.S) onlara allahu tealanın gücünü kudretini ilmini göstermek için böyle bir gösteri yapmak istiyordu. İfritlerden biri de bir aylık yol mesafesini hızlı bir şekilde gidip Taht ile birlikte geleceğini ve “ben buna eminim” demiş. Buradan da anlaşıldığı gibi İfritler diğer cinlere göre daha fazla gelişmiştirler. Bu gelişmiş İblis soyuna İfrit denir. Şeytan da vezirlerinin 300.bin tanesini ifritlerden seçmiştir.

Şeytanın uşakları: (Hizmetçileri ve askerleri)
Cinler, Şeytanın küçük birlikleri halinde bölge ve kıtalar arası yönetim sürdürürler. Bu varlıklar da insanlar gibi sorumluluk sahibi ve kul olma mükellefiyeti taşırlar. Ancak ne var ki onlarda insanlar gibi kimisi iyi hal üzerinde Allaha kul olma çabasında, kimileri de şeytanın hizmetçileri olmuş kötülüğün amellerini işlemektedirler. Şeytanın emir ve hizmetlerini şeytanın vezirlerinden (ifritlerden) alıp uygulamak için işe koyulanlar (cinler) büyücü ve kâhinlerin hizmetinde de bulunurlar. Genel anlamda köle halinde yaşarlar. Özgürlüklerini bir şekilde kazanan cinler ise zaman içince gelişip ifritleşebilirler. Kişisel gelişimleri deneyim ve eğitim ile de mümkün olabiliyor. İnsanlara en yakın yaşayan bu varlıklar insanların zayıf noktalarını tespit etmekte ustadırlar. Görünmez olmaları sebebiyle insanların en ince sırlarını bile öğrenme durumları vardır. Bundan dolayı büyücü veya kâhinler bu varlıkları kullanmak için ellerinden gelen çabayı gösterip onlara sahip olmaya çalışırlar.

Kendine vezirler, hizmetçiler ve birlikler hazırlayıp kuran Şeytan (Azazil) şahsen kimseyle uğraşmaz ve hizmetinde bulunan İfrit, cin ve insanlardan varlıkları kullanır. İnsanlardan başta büyücüleri, kötü amel sahiplerini, zevk ve nefse düşkünleri, şehvet sevdasına düşenleri kullanır. İnsanlardan kullandığı bu kimseler, hırs, haset, kin ve düşmanlıkla şeytanın arzu ve emelini gerçekleştirmiş olurlar. İfritler ise şeytanlar ile diğer varlıklar arasında bir çeşit vasıta olup iletişimlerini sağlamaktadırlar. Cinler de dediğimiz gibi şeytanın hizmet ve askeri birlikleri halinde yaşarlar. Her türlü varlığın kötü ve alçak olanına Sufli, yüksek ve iyi olanlarına da Ulvi denir.

KABALA İlluminati ve Masonluğun Kökeni Olan KABALA Nasıl Öğrenildi?
Kabala Bakara 102 ayetinden anlıyoruzki  ilk olarak BABİLDE başladı
Genel Olarak kabul gören açıklama, Harut ve Marut Allah'ın emri ile bir imtahanla insanlara çeşitli bilgileri ve sihirleri öğreten iki melek olduğudur.

 AMA ŞEYTANLAR BUNU ALIP ŞAYTANSI İNSANLARA ÖĞRETMEYE BAŞLADILAR .
insanlar sonraları bunu şeytanlardan öğrenmişlerdir .En doğrusunu Allah bilir.

KONU İLE İLGİLİ Kur'an-ı Kerim'e bi göz atalım!
Konu ile ilgili Bakara Suresi 102. Ayet
" Süleyman’ın hükümranlığı hakkında şeytanların (ve şeytan tıynetli insanların) uydurdukları yalanların ardına düştüler. Oysa Süleyman (büyü yaparak) küfre girmedi. Fakat şeytanlar, insanlara sihri ve (özellikle de) Babil’deki Hârût ve Mârût adlı iki meleğe ilham edilen (sihr)i öğretmek suretiyle küfre girdiler. Halbuki o iki melek, “Biz ancak imtihan için gönderilmiş birer meleğiz. (Sihri caiz görüp de) sakın küfre girme” demedikçe, kimseye (sihir) öğretmiyorlardı. Böylece (insanlar) onlardan kişi ile karısını birbirinden ayıracakları sihri öğreniyorlardı. Halbuki onlar, Allah’ın izni olmadıkça o sihirle hiç kimseye zarar veremezlerdi. (Onlar böyle yaparak) kendilerine zarar veren, fayda getirmeyen şeyleri öğreniyorlardı. Andolsun, onu satın alanın ahirette bir nasibi olmadığını biliyorlardı. Kendilerini karşılığında sattıkları şey ne kötüdür! Keşke bilselerdi."


Ve böylece yahudiler de büyü sanatı öğrendiler.Bu büyü sanatının adı Kabala'dır.
Kabala şeytanın yardımcılarının kandırdığı insanlara şeytanlardan ve cinlerden kalmış bir büyüdür.

Muhakikler (araştırmacılar) Harut ve Marut’un Babil’de -ki burası Irak’ta Fırat nehri üzerinde bulunan bir şehirdir.- dış görünüşleriyle salah ve takva sahibi olarak tanınan ve halka sihir öğreten iki insan oldukları görüşündedirler. İnsanların saf inançları bu iki kişi hakkında öyle bir noktaya ulaşmıştı ki, onların semadan inmiş iki melek olduklarını ve sihri Allah’tan gelen vahiy ile insanlara öğrettiklerini sanıyorlardı. Bu iki adamın sahtekarlıkları öyle bir dereceye varmıştı ki insanların kendileri hakkındaki saf inançlarını sürdürmelerini sağlamak için kendilerinden sihir öğrenmek isteyen herkese, “Biz bir fitneyiz. Sakın inkar etme”; yani “Kuşkusuz biz imtihan vesilesiyiz; seni deniyor, imtihan ediyoruz ki bununla (sihir öğrenmekle) şükür mü, küfür mü ediyorsun, ortaya çıksın. Biz sana küfre düşmemeni tavsiye ederiz.” diyorlardı.
Bunu; halk, bilgilerininilahi, sanatlarının ise ruhani olduğunu ve aslında iyilik etmekten başka bir maksatları bulunmadığını zannetsinler diye söylüyorlardı. Tıpkı günümüzde de bir takım deccallerin yaptığı gibi. Bunlar da zanlarınca sevgi ve nefret için kendilerine muska yazmayı öğrettikleri kimselere; “Sana evli bir kadını, kocasından başka bir erkeğe yöneltmek için yazmamanı tavsiye ederiz.” Şeklinde evham ve uydurmadan başka bir gerçeği olmayan şeyler söylerler.

Özet olarak bu ayetin manası başından sonuna kadar şu şekilde anlaşılmaktadır:


Yahudiler Kur’an’ı yalanladılar ve ondan yüz çevirdiler. Kur’an’a karşılık Hz. Süleyman ve mülkü hakkında, onların çarpık zihniyetli alimlerinden işittikleri hurafeler ve efsaneleri yaymaya çalıştılar.
 Hz. Süleyman (as)’ın küfre girdiğini iddia ettiler. Oysa Hz. Süleyman (as) küfre girmemişti. Fakat onların tabi oldukları şeytanları (önderleri) küfre girdiler ve insanlara sihri öğretmeye ve sihrin Harut ve Marut’a indiğini iddia etmeye başladılar.
O ikisini melek olarak isimlendirmişlerdi. Onlara hiç bir şey indirilmediği halde, insanlara kendilerinin salihlerden oldukları zannını yerleştirdiler.
Halkın, onları iyilik etmekten başka maksatları olmayan ve kendilerini küfürden korumaya çalışan kimseler olduklarını sanmaları için uğraştılar.
O ikisinden öğrendikleri hile ve desiseler, kendilerinin insanlar arasına tefrika sokabileceklerine halkı inandıracak derecedeydi.

Yahudilerin, Süleyman peygamberin emrinde çalışan insan şeytanlara uyarak ona kâfirliği reva gördüklerinin kanıtı ise, Kitab-ı Mukaddes’te bulunmaktadır:
Aslında bu ayet, bağımsız bir ayet olmayıp, Yahudilerin kınandığı Bakara suresinin 97-103. ayetlerinden oluşan bir pasajın parçasıdır.
Bu ayet, bir çok yanlış davranışlarda bulunmuş olan Yahudileri, tüm yanlışlarına ilâveten “Bir de şeytanların (Süleyman peygamberin emri altında gönülsüz olarak çalışan yabancı işçilerin) yalanlarına kandıkları ve o tertemiz peygamberi kâfirlikle suçladıkları için kınamaktadır. Ayetin esas mesajı budur.


Kitab-ı Mukaddes 1. Krallar bölüm 11:
1. Kral Süleyman firavunun kızının yanısıra Moavlı, Ammonlu, Edomlu, Saydalı ve Hititli bir çok yabancı kadın sevdi.
2. Bu kadınlar RAB`bin İsrail halkına, “Ne siz onların arasına girin, ne de onlar sizin aranıza girsinler; çünkü onlar kesinlikle sizi kendi ilahlarının ardınca yürümek üzere saptıracaklardır” dediği uluslardandı. Buna karşın, Süleyman
onlara sevgiyle bağlandı.
3. Süleyman`ın kral kızlarından yedi yüz karısı ve üç yüz
cariyesi vardı. Karıları onu yolundan saptırdılar.
4. Süleyman yaşlandıkça, karıları onu başka ilahların ardınca
yürümek üzere saptırdılar. Böylece Süleyman bütün yüreğini
Tanrısı RAB`be adayan babası Davut gibi yaşamadı.
5. Saydalılar`ın tanrıçası Aştoret`e ve Ammonlular`ın iğrenç
ilahı Molek`e taptı.
6. Böylece RAB`bin gözünde kötü olanı yaptı, RAB`bin yolunda
yürüyen babası Davut gibi tam anlamıyla RAB`bi izlemedi.
7. Yeruşalim`in doğusundaki tepede Moavlılar`ın iğrenç ilahı
Kemoş`a ve Ammonlular`ın iğrenç ilahı Molek`e tapmak için bir yer yaptırdı.
8. İlahlarına buhur yakıp kurban kesen bütün yabancı karıları
için de aynı şeyleri yaptı.
9-10. İsrail`in Tanrısı RAB, kendisine iki kez görünüp, “Başka
ilahlara tapma!” demesine karşın, Süleyman RAB`bin yolundan saptı
ve O`nun buyruğuna uymadı. Bu yüzden RAB Süleyman`a öfkelenerek,
11. “Seninle yaptığım antlaşmaya ve kurallarıma bilerek uymadığın için krallığı elinden alacağım ve görevlilerinden birine vereceğim” dedi,
12. “Ancak baban Davut`un hatırı için, bunu senin yaşadığın sürede değil,
oğlun kral olduktan sonra yapacağım.
13. Ama oğlunun elinden bütün krallığı almayacağım. Kulum Davut`un ve kendi seçtiğim Yeruşalim`in hatırı için oğluna bir oymak bırakacağım.”
Kendi elleriyle yazdıkları uydurma kitaplarından da görüldüğü gibi Yahudiler, Bakara 102. ayette bildirildiği üzere Süleyman peygamberi “o bir kâfirdir” iftirasıyla karalamak isteyen şeytanların oyununa gelerek onun kâfirliğini kabul etmişlerdir ve hâlâ da etmektedirler.

Bu durum, yani Süleyman peygamberin kâfirleştiğine dair ifadelerin Kitab-ı Mukaddes’te yer alması; Yahudilerin, şeytanların iftiralarına inanmaları yanında, Kitab-ı Mukaddes’in Allah kelâmı olmadığını ve Musa peygamberden asırlar sonra uydurulup tertip edilmiş olduğunu da göstermektedir.

Süleyman peygambere iftira eden şeytanlar, Sad suresinin 37. ayetinde konu edilen şeytanlar olup, bir çok ayette “cinn” olarak ifade edilmişlerdir.
Şeytanları da onun emrine bağlı kıldık. O şeytanlardan kimi bina ustası, kimi de dalgıçtı.( Sad / 37 )
Bunun üzerine biz de, istediği yere onun emriyle kolayca giden rüzgârı, bina kuran ve dalgıçlık yapan şeytanları, demir halkalarla bağlı diğer yaratıkları onun emrine verdik. (Sad 36-38)
 Bu şeytanların, halk arasında genel kabul görmüş şeytan ile bir ilgisi yoktur. “Şeytan” sözcüğünün sözlük anlamı; “haktan uzak olan” demektir. Kavram olarak ise “şeytan”; “Hakka ve akla aykırı hareket eden her türlü kişi, güç ve kurumun ortak ve tipik adıdır”. İşte, Süleyman peygambere iftira eden şeytanlar (cinnler); Süleyman peygamberin emrinde zoraki çalıştırılan ve karakter tanımlarına uygun davranışlarda bulunarak, onun hakkında sürekli gerçek dışı ve hakka aykırı plânlar kuran, yalanlar üreten ve iftiralar yayan işçilerdir. (Daha fazla detay “Cinn” ve “Şeytan” başlıklı yazılarımızda mevcuttur.)

Bakara suresinin 102. ayeti, hem bu insan şeytanların neler yaptıklarını bize bildirmekte hem Yahudilerin bu şeytanların uydurduklarına inanmalarını eleştirmekte hem de o saygıdeğer Elçi’nin kâfir olmadığını ilân etmektedir:
“Ve onlar (Yahudiler) Süleyman mülküne dair şeytanların okuyup durdukları şeylere uydular. Halbuki Süleyman kâfir değildi. Ama o şeytanlar kâfir idiler…

Hz.Süleyman zamanında Süleyman mabedini inşaa eden şeytanlar ve cinler Kudüs halkına büyüler ve paralel boyuta geçmenin,paralel boyuttan varlıklar çağırmanın yollarını öğrettiler.
Bundan haberdar olan Hz.Süleyman halkının elindeki bütün kitapları toplayıp tahtının altına gömdü.Halkının bir daha böyle şeylerle uğraşmaması için idam kanunu çıkarttı.

İşte tapınak şovalyeleri Süleyman mabedinin altında buldukları hazine bu kitaplardı.Kabala denilen bu büyü o kadar acayip bir büyüdür ki bu büyüde usta olan bir insan doğaya hükmedebilir,bir insan beynini kontol altına alabilir,insanlara aklınızın alamayacağı şeyler yaptırabilir.
Allah büyü ile uğraşmayı lanetlemiştir.Ama tapınakçılar bir kere bu illete düştüler ve kendilerini kurtaramadılar.

VE Onlar büyüye değil büyü onlara hükmetmeye başlıyor zamanla
 "Yüzüklerin Efendisinde ki Yüzük gibi"

Hz. Hüseyin’in Fedaisi : Muhtar (HD) Tüm Bölümler

Hz. Hüseyin’in Fedaisi : Muhtar (HD) Tüm Bölümler
Herkesin izlemesi gereken filmlerden biri olan 40 bölümlük bu efsane filmi HD kalite ile 

İran Radyo ve Televizyon Kurumu’nun bir yapım eseri olan dizi, İmam Hz. Hüseyin’in katillerinden öç almaya çalışan Muhtar Segefi’nin hayat öyküsünü ve Emevilere karşı kıyamını işlemektedir. 40 bölümlük bu dizinin yönetmeni Davood Mirbageri’dir. Dizinin yapımı 9 yıl sürdü. Bu dizide 110 baş aktör ve 400 figüran rol almıştır. Dizi yayınlanmaya başlamasıyla birlikte Arap ülkelerinde ve ülkemizde büyük beğeni ve çok sayıda izleyici toplamayı başarmıştır.

Yapım Yılı : 2010-11
Bölüm-Süre : 40×50’
Yönetmen : Davood Mirbagheri
Görüntü Yönetmeni : Azim Javanrooh
Oyuncular : Fariborz Arabnia, Reza Ruigari, Amin Zendegani,
Hedyeh Tehrani, Jaleh Ollov

1. BÖLÜM


40 . FİNAL BÖLÜM


Hz. Hüseyin’in Fedaisi : Muhtar (HD) Tüm Bölümler : 1 ve 40.Bölüm






27 Ekim 2014 Pazartesi

KIRMIZI KİTAP : Gizli Anayasa" olarak bilinen Milli Güvenlik Siyaset Belgesi, devletin iç ve dış tehditlerle ilgili algılarını MGSB'nin içeriği devlet sırrı olduğu için açıklanmıyor.


Resmi adı; Milli Güvenlik Siyaset Belgesi.
Milli Güvenlik Kurulu tarafından hazırlanıyor.
Devletin "gizli anayasası" olarak nitelendiriliyor.



Kırmızı Kitap konusundaki en ayrıntılı bilgiyi, Turgut Özal'ın başbakanlığı döneminde Başbakanlık Müsteşarı olarak görev yapan Hasan Celal Güzel vermişti. Güzel, 2003 tarihli bir söyleşide Kırmızı Kitap’tan "devletin gizli anayasası" olarak bahsetmiş ve şunları söylemişti;

 "Bu, anayasa büyüklüğünde kabı kırmızı olan 'Milli Siyaset Belgesi'dir. Bu kitabı devlete ancak müsteşar olduktan sonra görürsünüz. Kırmızı Kitap bakanlara verilmez, müsteşarlara verilir. Çünkü devletin asıl sahibi bürokrasidir, bakanlar değildir. Bakanlar, idare edilmesi gereken çocuklardır. Ben bakan olup da kırmızı kitaptan haberdar olana pek rastlamadım. Bu kitap MGK'da son haline getirilir. Başbakanlık müsteşarı olduktan sonra bir MİT mensubu geldi bana. Evvela arkadaki odaya kozmik evrakı saklamam için koca bir kasa koydular. Sonra da ilk kozmik evrak olarak kırmızı kitabı getirdiler." 

Devletin gizli anayasası olarak nitelendirilen Kırmızı Kitap, yeniden güncelleniyor! 


"Kırmızı Kitap" ya da "Gizli Anayasa" olarak bilinen Milli Güvenlik Siyaset Belgesi, devletin iç ve dış tehditlerle ilgili algılarını ortaya koyan ve gizlilik derecesi "GİZLİ" olarak tanımlanan bir belge. MGSB'nin içeriği devlet sırrı olduğu için açıklanmıyor.

 Belgede Türkiye'nin bugün ve gelecekte karşılaşabileceği güvenlik sorunları değerlendiriliyor, milli güvenlik siyasetinin esasları ortaya konuyor. MGSB'nin oluşturulmasında MGK Genel Sekreterliği rol oynuyor. 

İlgili kurum ve kuruluşlardan görüşler alındıktan sonra oluşturulan nihai metin MGK'ya getirilerek ele alınıyor. MGK, gerekli düzeltmeleri yaptıktan sonra metni onaylıyor ve Bakanlar Kurulu'na tavsiye karar olarak iletiyor. MGSB, içeriğinde demokrasiyle bağdaşmayan bazı hususlar olduğu gerekçesiyle son olarak 2010'da değiştirilmişti. 


İLK SİNYALİ ERDOĞAN VERMİŞTİ Kırmızı Kitap'a paralel ayarını!
"Ulusal güvenliği tehdit eden unsur" sayılan paralel yapı ay sonundaki MGK'da öncelikli tehdit olarak kabul edilecek

 

De vletin zirvesi, 30 Ekim'de yapılacak MGK'da, Suriye ve Irak'ta yaşanan gelişmelerin yanı sıra paralel yapıyla mücadeleyi de masaya yatıracak. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, bunun işaretini geçtiğimiz günlerde Rize'de, "Paralel yapı ve uzantıları bundan sonra çok farklı bir yere oturtulacak ve bu ay sonundaki Milli Güvenlik Kurulumuzun yine gündeminde yer almak suretiyle onlarla ilgili çok daha farklı bir adımı atacağız. Türkiye'de devlete alternatif bir adım atılamaz. Buna müsaade etmeyeceğiz" diyerek vermişti. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın bu açıklamasının ardından MGK'nın paralel yapıyla ilgili nasıl bir adım atacağı tartışma konusu yapılmıştı. Paralel yapının terör örgütleri arasına alınacağı da iddia edilmişti. Ancak kaynaklar bu iddiayı doğrulamadı. Bunun yerine MGK'nın paralel yapıyı "ulusal güvenliği tehdit eden unsurlar" arasına alacağı ve "öncelikli tehdit" olarak kabul edeceği belirtiliyor. 

GÜLEN CEMAATİ KIRMIZI KİTAP'A GİRERSE NE OLUR?

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Gülen Cemaati'nin Milli Güvenlik Kurulu'nda (MGK) ulusal güvenliği tehdit eden unsurlar arasına alınmasının uluslararası alanda da yankılanacağını söyledi.
, Afganistan'dan İstanbul'a dönüşü sırasında cilere şu açıklamayı yapmıştı:
DÜNYANIN CEMAATE BAKIŞI DEĞİŞİR

Onlarca ülkede faaliyet gösteren Gülen Cemaati'nin zor durumda kalacağını ima eden Cumhurbaşkanı Erdoğan, "Bu neyi getirir, bu yargının da uluslararası camianın da bu tür olaylara bakınışı değiştirir, önemli bir adımdır bu. Dostluk, kardeşlik bağlarıyla birbirine bağlı olduğunu söyleyen ülkeler bu tür şeylerde o ülkenin gerek Bakanlar Kurulu gerekse Milli Güvenlik Kurulu gibi önemli bir kurumunun almış olduğu kararı veya tavsiyeyi gözardı etmezler" dedi.



MGSB DEĞİŞECEK 


DEVAMI

Bu çerçevede MGSB'de de değişikliğe gidilecek. MGSB'de öncelikli tehdit olarak kabul edilecek paralel yapıyla ilgili bir tanımlama yapılacak. Kamuoyunda paralel yapı olarak adlandırılan oluşum için MGSB'de farklı bir tanımlama yapılacağı ve paralel yapının "devlet içinde illegal bir şekilde örgütlenerek devleti ele geçirmeye çalışan unsurlar" tanımlamasına benzer bir çerçeve içine oturtulacağı ifade ediliyor. Tanımlamaya son şeklinse MGK toplantısında verileceği belirtildi.

"KIRMIZI KİTAP'A AYKIRI YASA ÇIKARILAMAZ"  

Turgut Özal'ın başbakanlığı döneminde Başbakanlık Müsteşarı olarak görev yapan Hasan Celal Güzel bir söyleşisinde Kırmızı Kitap ile ilgili önemli açıklamalarda bulunmuştu.

Güzel, 2003 tarihli bir söyleşide Kırmızı Kitap'tan "devletin gizli anayasası" olarak bahsetmiş ve şunları söylemişti; "Bu, anayasa büyüklüğünde kabı kırmızı olan 'Milli Siyaset Belgesi'dir. Bu kitabı devlete ancak müsteşar olduktan sonra görürsünüz. Kırmızı Kitap bakanlara verilmez, müsteşarlara verilir. Çünkü devletin asıl sahibi bürokrasidir, bakanlar değildir. Bakanlar, idare edilmesi gereken çocuklardır. Ben bakan olup da kırmızı kitaptan haberdar olana pek rastlamadım. Bu kitap MGK'da son haline getirilir. Başbakanlık müsteşarı olduktan sonra bir MİT mensubu geldi bana. Evvela arkadaki odaya kozmik evrakı saklamam için koca bir kasa koydular. Sonra da ilk kozmik evrak olarak kırmızı kitabı getirdiler."   Güzel, aynı söyleşide, Milli Siyaset Belgesi'ne aykırı yasa çıkarılamayacağını da vurgulamıştı; "Bu kitap gerektiğinde 'gizli anayasa' gibi kullanılıyor ve engelleyici oluyor. 'Milli Siyaset Belgesi'nin falanca maddesine uymuyor' denildiğinde, o kanun veya kararname çıkarılamıyor. Yani ikinci bir anayasa olarak Demokles'in kılıcı gibi üzerinizde sallanıyor."


4 ülke düşman listesinden çıkarılıyor
'Türkiye'nin gizli anayasası 'kırmızı kitap'ta Yunanistan, Rusya, İran ve Irak artık Türkiye'nin düşmanı değil.


Yunanistan'la savaş nedeni sayılan 12 mil sorunu da öncelikli tehdit listesinde yer almıyor.
'Türkiye'nin gizli anayasası' veya 'kırmızı kitap' olarak da bilinen Milli Güvenlik Siyaset Belgesi (MGSB) yeni dönemde değişiyor.

Yeni MGSB yıl sonuna doğru tamamlanacak ve Aralık ayındaki Milli Güvenlik Kurulu'nda (MGK) onaylanacak.

Geçmişte ‘tehdit’ kapsamında sıralanan 4 komşu ülke listeden çıkıyor. Yeni metinde Rusya, Yunanistan, Irak ve İran, öncelikli tehdit yerine, işbirliği ve “ortak vizyon” oluşturulan yeni müttefikler olarak tanımlanıyor.

Beş yılda bir güncellenen ve en son 2005'te yazılan belgede, Yunanistan'ın karasularını 12 mile çıkartması "casus belli-savaş nedeni" sayılıyordu. Yeni belgede Türkiye ile Yunanistan arasında yıllardır savaş nedeni olarak gösterilen 12 mil sorunu, öncelikli tehdit olarak tanımlanmayacak.

Yeni belgede en önemli ayrıntılardan birisi de İran. Taslağa göre, yeni belgede İran'dan kaynaklanacak bir rejim ihracı tehdidi de yer almıyor. İran'ın nükleer gücü ve nükleer silah kapasitesi endişe verici bir unsur olarak dile getiriliyor.

Belgede Yunanistan, İran, Irak'tan kaynaklanan tehditler yerini karşılıklı ekonomik işbirliğinin arttırıldığı vizyona bırakıyor. Irak ile oluşturulan işbirliği konseyine ve artan diyalog sürecine atıfta bulunulan Kırmızı Kitap'ta bu ülkeden kaynaklanan PKK terörü tehdit olarak sıralanıyor.

Taslakta, Rusya’yla ekonomik işbirliği, ticaret, enerji potansiyeli ve Kafkaslar'da istikrar konusunda ortak vizyon vurgulanıyor.

Yeni kırmızı kitapta Türkiye'nin AB hedefinin devlet politikası olduğu tekrarlanırken Kıbrıs'ta iki kesimli çözüm hedefi değiştirilmiyor.

Mevcut MGSB'de Türkiye'nin güvenliğini tehdit eden temel unsurlar, 'irtica, bölücülük ve aşırı sol' olarak sıralanıyordu. Ancak yeni belgede irtica iç tehdit olmaktan çıkarılıyor.




ÜÇ ADET 'İÇ TEHDİT' VAR

Mevcut belgede, Türkiye'nin güvenliğini tehdit eden temel unsurlar, irtica, bölücülük ve aşırı sol akımlar olarak sıralanıyor. 'Bunlarla mücadele ederken temel evrensel değerlerden vazgeçmemelidir' denilen belgede, 'aşırı sağ' tehdit olarak yer almıyor. İç tehditlerle ilgili izlenmesi gereken yol haritası ise belgede şöyle çiziliyor:

- Türkiye Cumhuriyeti etnik temele dayalı olarak kurulmamıştır. Kuruluş esası, tek devlet, tek ulus, tek bayrak, tek dildir. Atatürk'ün 'Türkiye Cumhuriyeti'ni kuran Türkiye halkına Türk milleti denir' sözü temel bir ilkedir. Türkiye Cumhuriyeti'ne vatandaşlık bağı ile bağlı bulunan herkes ülkenin esas unsurudur.

- Atatürk'ün, 'Millet; dil, kültür ve ülkü birliğiyle birbirine bağlı vatandaşların oluşturduğu siyasi ve sosyal bir birliktir' sözü bugün de geçerli olan, çağımızın gereklerine yanıt veren bir yaklaşımdır.
Bu bağlamda mahalli dil ve kültürler bireysel özgürlük kapsamındadır. Bu özgürlüklerin kötüye kullanılmaması önem taşımaktadır. Bölücü
örgütün bu unsurları kendi amaçları
doğrultusunda kullanmamasını sağlamak gereklidir.

DİNİ DUYGULAR İNCİTİLMEMELİ

- İrticai faaliyetler içte ve dışta sürmektedir. Bunlarla mücadele ederken, toplumun dini duygularını incitmemeye özen gösterilmelidir. Bu bağlamda toplumun dini duygularını kullanmak isteyenlere izin verilmemelidir.
- Anayasa'da dikkat çekilen İnkılap Kanunları'nın ödün vermeden uygulanması gereklidir. Din eğitimi, devletin üstlenmesi gereken bir işlev olarak devam etmelidir.


******************

PARALEL YAPI KIRMIZI  KİTAPTA

Ersoy Dede


30 Ekim MGK’sı her bakımdan çok önemli. Bir defa Erdoğan, ‘Cumhurbaşkanı’ sıfatıyla ilk kez MGK’da olacak. Bunun da ötesinde bölge çok sıcak. Gerek içeride şiddet eylemleri gerekse bununla bağlantılı olarak Kobané meselesi şüphesiz MGK’nın ana gündem maddesi. Ancak kamuoyunun asıl önemsediği konu, paralel devlet yapılanması ile ilgili olarak MGK’nın gündemine gelecek olan maddeler.. 
Dün bir profesör, cemaatin gazetesinde, MGK’nın paralel yapıyı gündemine alacak olmasına ilişkin; “.... ‘MGK Kimin Güvenliğini Sağlıyor’ başlığı altında, Cumhurbaşkanı’nın Cemaat’e karşı kişisel husumeti olduğu ortada, bu devlet de bu devletin güvenliği de kimsenin kişisel hırsına ve hesaplarına feda edilemeyecek kadar önemli olmalı......” demiş.. Önce bu cümle nedeniyle bir teşekkür etmeliyiz. Sahiden de son derece isabetli bir tespit. Sahiden biri Fethullah Gülen’e bu tespitten söz etti mi?..Emniyet’te, yargıda, bürokraside, TRT’de, hastanelerde, okullarda böylesine aidiyet-mensubiyet saikiyle yayılıp dururken, sahiden de, devletin kimsenin şahsi hırs ve hesaplarına feda edilemeyeceğini düşündüler mi?..  Mit Başkanı’nı tutuklamaya kalkarken, Başbakan hakkında ‘dönemin Başbakanı’ diye fezlekeler yazarken, tamamen dış istihbarat bilgilerini toplayıp depolarken, Bakanından Cumhurbaşkanına,  herkesi tek tek dinlerken akıllarına geldi mi bu devletin kimsenin şahsi hesaplarına feda edilemeyecek bir devlet olduğu... Atladılar sanıyorum işin o kısmını.. 
Gelelim sözünü ettiği ‘şahsilik’ hadisesine.. Hoca biliyor elbette bilmez mi, bunun dersini verdi yıllarca üniversitede. Okurlarını yanıltmaya çalışıyor. MGK, bir tavsiye meclisidir. 
Aldığı kararlar, niteliğine göre; TBMM’ye yahut Hükümet’e yollanır. Ondan sonrası zaten anayasal prosedürdür.. Diyeceksiniz ki ‘28 Şubat Darbesini yapan bir yere tavsiye meclisi denir mi?’ Elbette denir. Zira darbeyi MGK değil, Erbakan’dan hükümeti alıp mecliste grubu dahi olmayan milletvekillerine hükümet kurma görevi veren Süleyman Demirel yaptı. Bunu hep söyledim. Ama dönemin şartları elbette MGK’yı da bugünküyle kıyaslanmayacak ölçüde kudretli kılıyordu. Onu da görmezden gelemeyiz. Ancak bugün de, o gün de işleyişin bir yasal akışı vardı. Okurlarını yanıltmak isteyen yazara hatırlatmak gerekir. Örneğin paralel yapının tir tir titrediği Milli Güvenlik Siyaset Belgesi ya da bilinen adıyla ‘Kırmızı Kitap’.. Devletin Milli Güvenlik Siyaseti… 2945 sayılı MGK yasasında tanımlanan belge, yol haritası.. MGK’da müzakere edilerek ‘Milli Güvenlik için tehdit’ yahut ‘risk’ olarak algılanabilecek başlıklar konusunda tavsiye kararı çıkarılır.. Karar hükümete yollanır. Bakanlar Kurulu’na girer. Orada da görüşüldükten sonra Milli Güvenlik Siyaset Belgesi’ne geçer. Kimsenin kişisel hırs veya hesabıyla değil, güvenlik ve tehdit algılamalarıyla hareket edilir. 


Örneğin orada şu sorunun yanıtı aranır; Kim MİT Tırlarını durdurdu? Kim Suriye konulu gizlilik seviyesi en yüksek düzeyde olan toplantıyı dinleyip seslerini servis etti? Kim bu ülkenin Başbakanını, Cumhurbaşkanını, Bakanlarını, Valilerini dinledi?. Sesleri kaydetti, sakladı, ihtiyaca göre montajlarla yeni cümleler oluşturdu ve servis etti?.. Bu ve buna benzer onlarca soru var cevabı aranacak.. Bu cevaplara binaen elbet bir güvenlik ve tehdit algılaması varsa buna yönelik adım atılması istenir. Kim ister, Cumhurbaşkanı mı?.. Hayır.. Ben isterim.. Bir fert, yurttaş olarak. Cumhurbaşkanı’ndan, Başbakan’dan isterim. Kendimi güvende hissetmek isterim. 
Vatandaşın, MGSB’nin değişmesi yönündeki talebi yeni değil. Bakın AK Parti, 17 ve 25 Aralık Darbe Girişimi süreçlerinin ardından iki seçime girdi. 30 Mart ve 10 Ağustos.. Her iki seçimde de Erdoğan meydanlara çıktı ve yüksek perdeden “inlerine gireceğiz” dedi, doğru mu?.. Ve vatandaş, bu seçim vaadi karşılığında her iki seçimde de tercihini ‘paralel yapıyı yok etmek’ten yana kullandı. Herkes biliyordu ki, seçimler, paralel yapıyla mücadelenin en belirgin kırılma noktalarıydı. İşte o seçimlerden sonra bugün vatandaş soruyor; “hani inlerine giriyordunuz, ne oldu?” diye.. MGSB işte o inlerin dış kapı anahtarı. Devletimize rağmen, kendi kurallarıyla ‘devlet’ tesis etme gayretinde olanların, bulunup yok edilmesi noktasında atılacak en güçlü adım. Kalın sağlıcakla.
  

***********




Paraleli 'Kırmızı Kitap' telaşı sardı

Son MGK toplantısında, Paralel Yapı ile mücadele konusunun “Kırmızı Kitap” olarak bilinen siyaset belgesine gireceğinin açıklanması paralel tetikçileri kudurttu. Zaman’ın İsrail aşığı yazarı Kerim Balcı, MGK’da alınan karar sonrası, Türkiye’nin Cumhurbaşkanı’na hakaretler yağdırdı. Cumhurbaşkanı Erdoğan’a “Evliya olabilecekken eşkıya defterine yazdırmışsın adını, ah biçare!” diye saldıran biçarenin yanı sıra Paralel Yapı’nın “Korucu”su ve Ankara Mümessili’nin de ‘Kırmızı Kitap’tan dem vurması, Paralel Yapı’nın iyice zıvanadan çıktığının göstergesi oldu.


Zaman senin hakkındaki hükmünü değiştirmiş, ne çare! Evliya olabilecekken eşkıya defterine yazdırmışsın adını, ah biçare!Kazanma kuşağında kaybettin, kaybettirdin şu mazlum millete... Bilmem ki cibilli mi halin, yoksa sonradan mı kapıldın bu illete...
(...) Dönüp örgüt desen, güvenlik tehdidi desen, terörist desen inanan olmaz? Biz, kırmızı kaplı kitaplardan okumuşuz, Kırmızı Kitap’ta işimiz olmaz.
Uğraş, daha gücün kaldıysa, uğraş bizimle, tâ esbâb bi-külliye sükût edene kadar... Şartlar dayanılmaz olsa, ıztırar hali yaşansa, kaçacak köşe kalmasa ne yazar! (...)
Bu defa Mevla’nın başımıza sardığı imtihan belası sensin... Kartalı kırlangıca musallat eder ki Mevla, kanatları güçlensin... Hakk’ın rızasına giden bu Hizmet yolu uzundur, çilelidir, hedefe kolay varılmaz... Biliyoruz, arkamızdan Firavun’un ordusu yetmedikçe, önümüzde denizler yarılmaz...
(...) Mağduruz, mazlumuz, binler elhamdülillah! Susarak dahi zalimlerden olmaktan korusun Allah... Zinhar! Mazlumiyetimizi mahcubiyete tahvil etmeyeceğiz... Sokakları sen ve büyülenmiş takipçilerine terk etmeyeceğiz... Şimdi Zaman Hervelesi mevsimindeyiz, başımız dik, bakışlarımız vakur... Kapı kapı dolaşacağız memleketi, sen istediğin planı yap, istediğin tuzağı kur! Biz, herkesin müdafaadan ümidi kestiği yerde taarruzu başlayan bir milletin ahfadıyız; bütün âlem düşman kesilse bize, bu yoldan dönmeyeceğiz, kararlıyız...
Anlamıyorsun değil mi, yok olmaktan korkmuyor bu cemaat, yokluğumuzda biliyoruz şart-ı izhar-ı vücudunu Rabb’in! (...) Çarpıyorsun, bölüyorsun hâlâ kafanda bizi; boşa gayret! Sıfıra çarpan çarpılır, olur sıfır... Sıfırı bölmeye uğraşıyorsun ya, hayret!
Kerim Balcı / ZAMAN