15 Temmuz 2014 Salı

KURTLAR MEDYASI: TAKSİM'İN BARONLARI

Kurtlar Medyası: Taksim'in Baronları!

Yazar : Tevvik Diker

Çağdaşlaşmayı amaç edinmiş her ülkenin hayalidir dürüstlük. Bu uğurda halkın istek ve niyetleri, kurulu sisteminse amaçları vardır.
Ne var ki, bu isteklerle, sistemin amaçlarının uyuşmadığı noktada, inancımızın düsturu olan helal kazançtan tutun da yalan söylemeye kadar tüm değerlerini hiçe sayan bir toplumun bireyleri olmak kaderimiz olur.
Son 50 yılın Türkiye'sinde bizlere vaaz edilenlere rağmen, haksız kazanç, adam kayırma, toplumu toplum yapan adalet, sevgi, saygı gibi kavramlar ayaklar altına alınmıştır.



Milli birlik ve beraberliği sağlam temellere oturtmak adına yapılan her türlü girişim, bildiğimiz ama onların görünmeyen elleri tarafından bilinçli ve sistematik olarak sekteye uğratılmıştır.


 Adaletten bahsedenler, çıkarları pahasına eşine dostuna bu milletin şuurunu ve ruhunu peşkeş çekmişlerdir.
 Yan yana barışık yaşamaya alışmış ister inançlı ister inançsız ortak değerlerin bir olduğu vicdanlarımız şimdi birbirine yan gözle bakar olmuştur.

İşte bu kitapta, Aydın Doğan, Nazlı Ilıcak, İshak Alaton, Rahmi Koç, Çilerler, Hüsamettin Özkan, Fehmi Koru, Mustafa Sarıgül, Rasim Ozan Kütahyalı, Nagehan Alçı 
ve daha birçok ismin devleti yöneten şahsiyetlerin zaman zaman iradesi dışında delikler bulup oralardan sızarak, 

çoğu bilinen dış güçlerin de desteği ile nasıl bugünlere gelebildikleri ve
Bizleri de inandırmaya çalıştıkları rezillikleri, belgeleyen yazılar var
Kurtlar Medyası: Taksim'in Baronları! da
  
Bizleri de inandırmaya çalıştıkları rezillikleri, belgeleyen yazılar var
Kurtlar Medyası: Taksim'in Baronları! da
İstanbul’ da Taksim’i, Ankara’ da Kızılay’ı, İzmir’de Gündoğdu’yu mesken tutanlar görünüşte çevreye, çama ve çime özgürlük diye yola çıktılar.
Sonra istekleri şekil ve boyut değiştirdi.
İngilizler başta olmak üzere “Türk Baharı” diyenler bile oldu.
İlk günden beri açık seçik ifade ettim.

Olayların hedefinde tek isim var.

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan…
Neden Erdoğan?



Çünkü Erdoğan…
Alkol, tütün, faiz lobilerinin ve babalar dünyasının rantiye şantiyelerinin kapılarına kilit vurdu.
Burayı biraz açmak gerekir.
Tütün ve alkol baronları sağlıklı bir nesil  ve halk istemiyor.
Daha fazla içki ve tütün tüketen bir halk, onların ceplerine para taşıyan bir hazinedir.
Ülkemizde tütünden ve kaçak sigaradan beslenen baronlar ve örgütleri iyi tanımak gerekir.
PKK kaçak sigaradan yıllarca nemalandı.
Malboro ve  Camel kimin?
Ege ve özellikle İzmir’ deki tütün işleme fabrikalarının sahipleri kimler?
Alkol boyutuna bakınca olay daha da çarpıcı bir biçimde ortaya çıkmaktadır.
Tekel özelleştirmeleri sonrası rakı, şarap ve bira fabrikalarını satın alan Amerikalı ve yerli patronları unutmayalım.
Yıllardır “Bira alkollü  içki değildir” diye bastırdılar.
Diyanet’ten fetva bile almaya gayret gösterdiler!
Başbakan Erdoğan’ı sevmeyebilirsiniz; ama bir atasözünü unutmayalım.
“Yiğidi öldür, hakkını yeme!”
Başbakan Erdoğan bugüne kadar hiçbir Başbakan’ın yapamadığı bir şekilde tütün ve alkol baronlarına karşı dik durdu.
Aktif siyasette iken ve dahi iktidar partisi milletvekili olduğum dönemlerde gördüğüm bazı olaylar ve ilişkiler beni Başbakan Erdoğan’ı takdir etmeye mecbur etmektedir.
O yıllarda…
Tütün, içki, alkol sektörünün ilişkili bakanlığı olan Gümrük-Tekel Bakanlığı’na yapılacak atama öncesi tütün ve alkol baronları Ankara’yı mesken tutarlardı.
Hilton ve Sheraton otellerinin lobilerinde…
Baronlar, bazı bakanlarla milletvekilleriyle ve Başbakan yakınları ile ballım-güllüm olurlardı.
Tütün tekelinin ve baronlarının etkilerini  en iyi bilenlerden biri de eski Maliye Bakanı Prof. Dr. Ekrem Pakdemirli'dir.
Pakdemirli'nin de katıldığı bir toplantıdan söz edeceğim…
1997 Haziran ayı sonunda kurulan Anasol-D hükümetinin Başbakanı Mesut Yılmaz'ın bilgisi ve direktifiyle yapılan ve hükümette yer alan partilerin Ege Bölgesi milletvekillerinin katıldığı bir toplantıydı.
Tütün politikaları ve baş fiyat için bölge milletvekillerinin görüşünün belirlenmesi maksadıyla, Ankara’da AYMA Otel' de yapılan o toplantıda otelin lobisi tütün baronları ve temsilcileriyle doluydu!
Çok ilginç değil mi?
Böyle bir toplantı, neden bir otelde yapılmıştı?
Başbakanlık'ta ya da ilgili bakanlıkta veya TBMM'de salon mu yoktu?
Tütün baronları, o toplantıyı nasıl haber almışlardı?
Kimlerle ne konuşmuşlardı?
Mesut Yılmaz'ın kankası tütün baronu kimdi?
Bu konularda Ekrem Pakdemirli konuşursa sanırım yer yerinden oynar!
Peki, konuşur mu?
Toplantı başlar başlamaz yaptığım konuşmada…
"Tütün baronlarının kuşatmasında yapılan bir toplantıdan üretici lehine bir karar çıkmaz. Kayıkçı kavgası ve şov için buradayız!” dedim ve bazılarının maskelerini indiriverdim!
AK Parti dönemiyle, bir başka deyişle Başbakan Erdoğan’ın dik duruşuyla birlikte, o günler tarihin derinliklerinde kalmıştır.
***
1991’de Manisa  2. Bölge’den önce ön seçim, bilahare 20 bin tercih oyuyla DYP Milletvekili seçildim.
Sümer Oral, son sıradan benim ve Cengiz Üretmen’in aldığı tercih oyları sayesinde…
SHP’li adayın tercih oyları milletvekili seçilmesine yetmesine rağmen, partisi bölge barajını aşamadığı için…
Milletvekili seçildi.
Siyasetin acemisiydim.
Tercihle seçilen iki milletvekilinin oyuyla son sıradan seçilen bir milletvekilinin, Başbakan olan Demirel tarafından  tercih edilerek “Maliye- Gümrük- Tekel Bakanı yapılacağını” hayal bile etmedim.
Hayalim çabuk sona erdi.
Demirel, Sümer Oral’ ı Maliye Gümrük Tekel Bakanı yaptı.
Oral, seçimlerde Camel Tur’ un jeeplerini, bazı patronların helikopterlerini kullanmıştı.
Sümer Oral, “Naylon Fatura Yolsuzluk Kralı” Orhan Aslıtürk’ ün eniştesi ve Hüsamettin Özkan’ın Ağabeyi Necdet Özkan’ın bacanağıdır.
Günümüzün MHP milletvekilidir!
20 Ekim 1991 seçiminden sonra Maliye Bakanı olur olmaz…
Sümer Oral’ın ilk işi vergi affı çıkarmak oldu.
Aftan kimler yararlanmadı ki?
Bu konulardaki haberleri ve yazıları medyada bulmak imkânsızdı.
Çünkü reklam pastası ellerindeydi.
 Çünkü medya patronları kendileriydi.
 Veya kendi adamlarıydı.
 Patronların maskeli  ve  kamuflajlı kalemleri iş başındaydı. 
 ***
Hüsamettin Özkan, Mustafa Sarıgül'ün kankası ve Turgay Ciner'in kayınpederidir.
Sarıgül, "Bir konuda nihai kararımı vermeden mutlaka Hüsamettin Özkan'la görüşürüm" demişti.
Sarıgül'ün arkasında Rahmi Koç, İnan Kıraç, Cem Boyner ve Aydın Doğan vardır.
İstanbul’daki baronların ağa babası Rahmi Koç’un Mustafa Sarıgül üzerinden kurguladığı siyasi hesaplarını dikkate almak gerekiyor.
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığını AK Parti'nin elinden alırlarsa, buradan yola çıkarak Tayyip Erdoğan'ı yıkacaklarının hesabını yapmaktadırlar.
Mustafa Sarıgül nereye gitse Rahmi Koç’la birliktedir…
Nişantaşı sokaklarında beraber yürürler, Arena Stadı’nın locasında birlikte maç seyrederler…
Nazmiye Demirel’in cenazesi için Isparta’ya yine birlikte giderler…
Yurt dışında da, örneğin New York’taki bir öğle yemeğinde de bir aradadırlar.
Geçen yıl, Mustafa Sarıgül’ü ABD’de “pazarlayan” da Rahmi Koç’tu.
***
Ülkemizde oynanan son oyunun perde arkasında senaryoyu yazanlar patronlar dünyasının aktörleridir.
Rahmi Koç, İnan Kıraç, İshak Alaton, Bülent Eczacıbaşı, Hüsnü Özyeğin, Tuncay Özilhan, Cem Boyner lokomotif isimlerdir.
***
Taksim'i iyi anlamak için 28 Şubat' ı iyi anlamak gerekir.
28 Şubat “irtica öcüsü” kılıfı altında yapılan büyük bir ekonomik operasyon ve “post modern” bir darbedir.
Klasik bir darbe gibi uygulanmamış olması, 28 Şubat’ın klasik darbelerden daha hafif bir darbe olduğu anlamına gelmez.
Tersine “tokatlanan milyarlarca dolar” ve bugün bile tam olarak ortaya çıkarılmamış üç bini aşkın faili meçhul cinayetiyle 28 Şubat süreci alabildiğine kirli, sonuçları çok ciddi olan bir darbeyi anlatmaktadır!
28 Şubat'ın ekonomik ayağı ve bu ayağın sahiplerini bilmeden yapılan analizler de bizleri yanlışa götürür.
Bir gecede el değiştiren milyar dolarlar ve yükselen faizler Merkez Bankası müdahalelerini hatırlamakta fayda vardır.
Aydın Doğan'ın Tansu Çiller'e "Fatiha bile bilmez" diyecek kadar pervasızca saldırısını ve dönemin Başbakanı Çiller' in yaptığı Gümrük Birliği Anlaşmasıyla Koç Grubu’nun kaybettiği koruma imkânları nedeniyle Çiller'e karşı duruşlarını unutmayalım!
Vehbi Koç’un damadı İnan Kıraç, henüz daha 28 Şubat ortada yokken yani 1994 yılının Haziran ayında Tansu Çiller için…
"Bu iş karakolda biter!” diye boşuna dememişti.
O vakitler Aydın Doğan’ın gazetesi olan Milliyet…
İnan Kıraç’ın Koç Holding adına yaptığı bu çıkışı “Devin Öfkesi” manşetiyle desteklemiş, hemen ardından da Çiller’in malvarlığı ile ilgili yayınlar Doğan Grubu tarafından devreye girmişti.
Çiller 1993 yılında Başbakan olurken kendisini destekleyen Doğan Grubu o dönemde Tansu Hanım’ın malvarlığını sorun etmiyordu!
Ne var ki, Çiller’in başbakanlığındaki koalisyon hükümetinin aldığı ekonomik kararlar Koç Grubu’nu ciddi biçimde rahatsız etmişti.
Akabinde, Tansu Çiller derin devleti yöneten baronlar tarafından hedef tahtasına oturtulmuştur.
Refahyol hükümetinin istifasından üç hafta evvel 25 Mayıs 1997 tarihli Sabah gazetesinde Rahmi Koç’un Tansu Çiller için söylediği sözler çok enteresandır.
Koç, 28 Şubat sürecinin destekçisi Sabah gazetesinden Ruhat Mengi’ye verdiği röportajda “Küçük Hanım gidecek hem de nasıl gidecek!” diye meydan okuyordu.
***
Devam eden 28 Şubat soruşturmasında savcılık sivil ayağa ve o sivil ayağın çekirdeği olan ekonomik ayağa (işadamları) girmek üzeredir.
Gelen haberler böyledir.
İşte malum patronların canını sıkan da bu durumdur. 
Başbakan Erdoğan, "Barış ve Çözüm" projesiyle silah tüccarlarının ve terörden beslenen baronların hesabını da bozdu.
Terör ülkemize yaklaşık 500 milyar dolara mal olmuştur.
***
Baronlar, geçmişte kendileri çaldı kendileri oynadı.
Parayı, gücü ve rolleri onlar aralarında taksim etti.
Siyaset onlara uydu.
Vatan, millet, halkçılık edebiyatı yaparak baronların arkasında durdu.
Şimdi, oyun bozuldu.
***
Yıllarca en üstteki derin yapıyı yönetmiş Baronlar…
 Menderes'i asmış Özal' ı zehirlemiştir.
Son dönemde, oyuncaklarını yani “otomatik olarak hükmettikleri milyarlarca doları” kaybeden, devletteki çok büyük menfaatleri ve güçleri ellerinden alınan Baronlar…
Şimdi de Erdoğan'ı tasfiye için kolları sıvamışlardır!
Başbakan Erdoğan, "Kefenimle siyaset yapıyorum" diyerek onlara teslim olmayacağı mesajını açık seçik verdi.
Demokrasilerde seçimle gelen seçimle gider.
Gideceklere ve kalacaklara millet karar verir.
 Ancak siyasette liderler ve partiler hep içeriden darbe yiyerek yıkılmışlardır.
AK Parti, başını verirse gövdeyi ayakta tutamaz.
Dikkat, “Erdoğan'sız bir AK Parti” kolay lokma olur!
***
“Kimin eli kimin cebinde?” ve “Kim kiminle ve ne için dans ediyor?” sorularına sağlıklı cevap alabilmek için…
Anayasa’dan kaynaklanan haklarımı kullanarak “kamu adına” taraflara bazı sorular soracağım!

DERİN SORULAR
Başkan Yardımcısı’ndan Beyaz Saray Sözcüsü’ne oradan Ankara Büyükelçisi’ne kadar bir dizi Amerikalı “etkili” yetkili, Gezi Parkı eylemcilerini destekleyen yirmiye yakın açıklama yaptılar.
Gezi Parkı eylemcileri…
İstanbul Dolmabahçe’deki Başbakanlık Ofisi’ni onların Ankara’daki uzantıları olan eylemciler de aynı şekilde Kızılay’daki Başbakanlık binasını ele geçirme girişiminde bulundular.
Şayet…
Benzeri eylemci gruplar, ellerindeki taşlarla ve sopalarla ve dahi molotof kokteylleriyle…
Beyaz Saray’ı ele geçirme girişiminde bulunsalardı…
Güvenlik konusunda çok ama çok hassas olan Amerikan güvenlik güçleri bu eylemcilere nasıl davranırdı, onlara ne yapardı?
Başkan Yardımcısı’ndan ya da Beyaz Saray Sözcüsü’nden veya ABD’nin Ankara Büyükelçiliği’nden o eylemcileri destekleyen açıklamalar gelir miydi?
***
Gezi Parkı olaylarıyla birlikte Başbakan’a içeride bazı kesimler tarafından artı medyada, ayrıca Batı Medyası’nda“Diktatör” şeklinde kara çalınırken…
Eş zamanlı olarak…
İshak Alaton’un nüfuzu altındaki ve Neşe Düzel’in yönetimindeki Taraf gazetesinde…
MİT’in gerçeği yansıtmayan, kurmaca haberler üzerinden saldırıya uğramasının derin anlamı nedir?
Taraf, MİT’e yönelik yayınlarında “MİT yasa taslağıyla Türkiye’de bir muhaberat devleti kurulmak istendiğini” iddia ederek Yeni Türkiye’yi ve Başbakan Erdoğan’ı içeride ve dışarıda hedef alan sermaye eksenli güç odaklarının amaçlarına hizmet eden yayınlar yapmıştır.
MİT’in ilgili iddiaları yalanlamasına rağmen bu yayınlar devam etmiştir.
Mehmet Baransu’nun, Gezi eylemlerinin başlangıcından yaklaşık bir ay kadar önce 23 Nisan 2013 tarihli yazısında “İktidarın ömrü uzun sürmez” diyerek AK Parti hükümetine ömür biçmesi…
Gezi eylemleriyle beraber ele alındığında,
Yani, ayaklanma ve hükümeti alaşağı etme provasıyla birlikte düşünüldüğünde…
Sadece bir tesadüften ibaret midir?
***
Henüz ortada olmayan ve var olduğu iddia edilen bir taslak metin üzerinden MİT hedef tahtasına konmuştur.
Medya analisti Özden Mengi, Taraf’takine çok benzer bir haberin beş yıl önce Radikal’de Deniz Zeyrek imzasıyla yayınlandığından, aynı haberin bugünlerde yeni bir gelişme varmış gibi ısıtılarak bu defa da Taraf’ta Mehmet Baransu tarafından kaleme alındığından söz etmiştir.
Bu yayınlar, aslında bir sivil darbe girişimi olan 7 Şubat 2012 tarihli MİT Krizi ile paralellik arz eden bir kirli propaganda veya psikolojik harekât mıdır?
***
Taraf’ın yayınlarını, Zaman’ın yardımcı haberlerle desteklediğini görüyoruz.
Zaman, 7 Şubat Süreci’nde de MİT’i hedef alan yayınlar yapmış hatta bu konuda başı çekmişti.
Bu arada, Cemaat mensubu epeyce bir yazarın Gezi eylemcilerini desteklediğine; Cemaat’e ait STV Haber, Bugün TV gibi televizyon kanallarının eylemlere dolaylı destek veren yayınlar yaptığına da tanık olduk.
Cemaat yönetimi, AK Parti hükümetine karşı İstanbul’un derin baronlarıyla birlikte mi hareket etmektedir?

“28 Şubat soruşturmasının genişlemesini doğru bulmuyorum” diyen işadamı İshak Alaton, başta Zaman olmak üzere Cemaat medyasının el üstünde tuttuğu isimlerin en başında gelmektedir.
28 Şubat soruşturmasının, 28 Şubat’ta generallerin de üzerinde bulunan derin çekirdek kadroya yani ünlü işadamlarına uzanması halinde Zaman ne yapacaktır?
28 Şubat darbesinde arzın merkezi durumundaki baronlar mevzu bahis olduğunda, Zaman neden daima uzak durmaktadır?
Bu nasıl bir ilişkidir? Aslında, kim kiminledir?
***
Gezi Parkı’ndaki çevre düzenlemesini bile halka, seçmene soralım “Plebisit yapalım” diyen, sandığı çözüm yeri olarak gösteren bir Başbakan’ın “Diktatör” kara çalmasıyla, ithamıyla karşılaşması tesadüf müdür?
Özellikle yabancı medyada “Diktatör” başlıklarının bazen Sultan 3. Selim resmiyle bazen de Hitler kıyafeti üzerinden atılması tesadüf değildir.
***
Taraf gazetesinde “MİT suç işliyor” manşeti atıldığı gün, birinci sayfada manşete yaslanmış tek sütunluk bir haberde “Tiranlık kurma, diktatör olma” başlığı ABD-Pennyslvania’daki bir çiftlikte yaşayan Gülen Hocaefendi’nin resmiyle birlikte yer almıştır.
Gülen’in kendi internet sitesinde bulunan ifadelerinin Taraf’ta haberleştirilmesi, Başbakan Erdoğan’a içeriden ve dışarıdan yapılan “Diktatör” suçlamasıyla birlikte ele alındığında anlamlıdır.
Buradaki sorum şudur…
Gülen, 12 Eylül’ü  ve 28 Şubat’ı yapan generallere yani darbeci diktatörlere de “Tiranlık kurma, diktatör olma!” diye nasihatte bulunmuş muydu?

Bir de şöyle sorayım…
12 Eylül darbesinden sadece on sekiz gün sonra “Son Karakol” başlıklı başyazıda (Sızıntı Dergisi) yer alan şu satırlar kime aittir?
“Ve işte şimdi bin bir ümit ve sevinç içinde asırlık bekleyişin tuluu saydığımız bu son dirilişi son karakolun varlık ve bekasına alamet sayıyor; ümidimizin tükendiği yerde Hızır gibi imdadımıza yetişen Mehmetçiğe istihalelerin son kertesine varabilmesi dileğimizi arz ediyoruz.” (Ekim 1980, Sayı: 21)
***
28 Şubat sürecinde (16 Nisan 1997, Kanal D) darbecilere değil…
Refahyol hükümetine “Beceremediniz artık bırakın” diyen kimdi?
O tarihte ekranda Yalçın Doğan’ın “Laiklik hiç bu kadar tehlike altında mıydı?” sorusuna…
“Cumhuriyetin, laikliğin muhafızı konumunda kendisini görenler tarafından mesele öyle algılanıyorsa, haklıdırlar”cevabını veren hangi muhterem zattı?
Dönemin Genelkurmay İkinci Başkanı Çevik Bir’e “Türkiye Cumhuriyeti’ni koruma ve kollama vazifesini deruhte etmiş şanlı ve kahraman ordumuzun şerefli ve seçkin mensubu” diye başlayan ileri seviyede övgü dolu satırlarla mektup yazan acaba kimdir?
***
İsrailli önde gelen politikacıların, Gezi eylemleri sonucunda AK Parti hükümetinin yıkılmasından mutluluk duyacaklarını açıkça ifade ettiklerini görüyoruz.
Washington’daki en etkin İsrail kuruluşu olan AEI’ın (American Enterprise Institute) ABD’li Neo-Con’larla geçen Şubat ayında olası bir İstanbul isyanını masaya yatırdığı ortaya çıkmıştır!
AEI’ı, Amerika-İsrail Halkla İlişkiler Komitesi (AIPAC)finanse etmektedir.
Yeni Şafak’ın 16 Haziran 2013 tarihli manşet haberinde…
AEI’ın bahis konusu toplantısında, 2007’deki “Hudson Senaryoları”nı akla getiren değerlendirmeler yapıldığından…
Toplantıya katılanlar arasında Donald Rumsfeld, Paul Wolfowitz, Richard Perle, Douglas Feith, Bernard Lewis gibi önde gelen Neo-Con isimlerin yer aldığından söz edilmektedir.
Kurtlar Medyası’nda el üstünde tutulan bazı yazarlar ve kimi akademisyenler, Gezi Eylemleri’nin ardındaki dış bağlantıları (ABD-İsrail) örtbas etme girişimlerine daha ne zamana kadar devam edeceklerdir?
***
Taraf yazarı Emre Uslu, Başbakan Erdoğan’a saldıran cephenin muhafazakâr ayağındaki isimlerdendir.

Dr. Cevdet Akbay, 3 Ocak 2103 tarihinde, Emre Uslu için şu satırları yazmıştır:

“ABD’deki Neo-Conlarla irtibatının deşifre edilmesi Emre Uslu’nun kimyasını epey bozmuş…
(..) Uslu, halkın yüzde 50’si tarafından üç kez üst üste iktidara getirilen, son iki asırdır derin devletle ciddi manada mücadele eden tek Başbakan olan Erdoğan’ı plansız programsız; projeleri icraatları dolayısıyla kendisi de öngörülemez-güvenilmez olarak sunuyor. En çirkini Erdoğan’ı Türkiye için tehlikeli biri olarak takdim ediyor!
(..) Merak ediyorum, Emre Uslu patronu Neo-Conlar için yazdığı yazıları mesela şu bir bölen Abdüllatif Şener’i ‘Türkiye Lideri’ olarak pazarladığı yazıyı da Mahşer Günü’nde okuyacak mı?
Yazısını okurken, emektarı olduğu Jamestown Vakfı’nın eski emektarlarından Dick Cheney ve Donald Rumsfeld’i de sağına ve soluna alacak mı?
Ben de Uslu’ya diyorum ki, ‘Bu dünyada ABD’deki Neo-Con patronlarına güvenerek Başbakan’a dikleniyorsun; Mahşer’de bugün güvendiğin Neo-Conların parası/gücü/fitnesi sökmeyecek!
(..) Uslu, 2005 yılında Utah’ta doktoraya başlıyor. 2005’te WINEP (Washington Institute for Near East Policy) Uslu’ya ücret karşılığı yazı yazdırmaya başlıyor. (..)
WINEP, AIPAC elemanlarının ön ayak olmasıyla 1985’te kurulan  Neo-Con odağı, İsrailci bir yapıdır. WINEP için ‘en acımasız Müslüman düşmanı’ ve ‘ABD’deki en önemli Siyonist propaganda aracı’ diyenler var.
Emre Uslu’nun WINEP’teki mentoru (akıl hocası) yerli Neo-Con Zeyno Baran gibi yeminli bir AKP karşıtı olan yerli Neocon Soner Çağaptay’dır. (Uslu) 2008-2009 arasında Jamestown Vakfı’nda ziyaretçi araştırmacı olarak çalışıyor.
Uslu, Ergenekon firarisi Bedrettin Dalan’ın sahibi olduğu Yeditepe Üniversitesi’ndeki CV’sine göre 2008’de, University of Utah’a göre ise 2009’da doktorasını bitiriyor.
Emre Uslu buna bir açıklama getirmeli, üniversitesi mi yalan söylüyor, kendisi mi? (..)
Yeditepe’deki CV’sinde birinci referans olarak gösterdiği Glen E. Howard, Jamestown Vakfı’nın başkanıdır.
Bu durumda, etkin bir vakfın tepesindeki kişi Emre Uslu’ya kefil/referans olabiliyorsa, ‘Uslu Neo-Conlar için önemli birisi demektir’ diyebilir miyiz!
Emre Uslu’nun Türkiye’nin Başbakanına kafa tutacak kadar küstahlaşması, arkasındaki bu güçten mi kaynaklanıyor?”
***
Sevgili okuyucularım…
Cevdet Akbay’ın 2013 yılının başında Emre Uslu ile ilgili soruları aynen böyleydi…
Medyamızda, Jamestown Vakfı’yla bağlantılı bir başka isim daha var.
O şahıstan, önceki yazılarımla birkaç kez bahsettim…
Bu vesileyle, ilgili soruyu burada bir defa daha tekrarlıyorum:
“CIA ile bağlantılı Jamestown Vakfı’ndan para alan muhafazakâr medya yöneticisinin, Gezi eylemleriyle ilgili olarak twitter’da AK Parti Hükümeti’ne ve Başbakan Erdoğan’a bindirmesinin sırrı nedir?”

 Kurtlar Medyası: Paşaların Patronları!

Türkiye’de Eski Masa’nın önde gelen baronları Rahmi Koç, İshak Alaton ve İnan Kıraç gibi yaşlı kurtlardır.

Baronların Baronu da Rahmi Koç’tur.

Kurtlar Medyası’nın vitrindeki hâkim patronu hiç kuşkusuz Aydın Doğan’dır.

Bununla birlikte, Kurtlar Medyası’nı sahne arkasından yöneten, bir tür ‘tek seçici’ veya organizatör konumundaki isim İshak Alaton’dur.

Hüsamettin Özkan, Kemal Derviş, Cem Boyner, Ümit Boyner ve Mustafa Sarıgül gibi isimler sözünü ettiğim yaşlı kurtlarla aynı istikamette konuşlanmışlardır.

Baronlar ve beraberindekiler, bir süredir Başbakan Erdoğan'ın Çankaya’ya çıkmasını engellemeyi amaçlayan bir siyasi proje üzerinde çalışıyorlar.

Rahmi Koç, Kemal Kılıçdaroğlu’ndan sonra CHP’nin Genel Başkanı olarak Mustafa Sarıgül’ü görmek istiyor.

Sarıgül, 2004’te Deniz Baykal’ın karşısına çıkartılmış ancak başarılı olamamıştı.

2010’da bir kaset operasyonu sonucunda CHP’den istifa etmek zorunda kalan Baykal’dan, 1 Mart Tezkeresi’nin reddedilmesindeki rolü düşünüldüğünde “intikam” alınmıştı.

CHP’li Yılmaz Ateş, “Deniz Bey Genel Başkan iken İnan Kıraç geldi, belli isimleri ‘listeye almayın’ dedi. İstediği olmadı. Sonrasında kaset skandalı patladı” diye konuşmamış mıydı? (25 Mayıs 2011)

Kemal Kılıçdaroğlu’nu TESEV’in kurucu üyelerinden biri yapan da İnan Kıraç’tır.

Kaset operasyonundan hemen sonra, İshak Alaton Zaman yazarı Şahin Alpay’a “CHP’ye en büyük kötülüğü Deniz Baykal yapmıştır” diyordu.

***

Tezkerenin Meclis’e gelmesinden birkaç ay önce Rahmi Koç, “Irak’ta ABD’nin yanında olalım” demişti. (26 Aralık 2002, Milliyet)

O dönemde, Hürriyet’in başındaki Ertuğrul Özkök “Tezkere geçmezse Türkiye savaşa girer” diye yazıyordu. (27 Şubat 2003)

Doğan medyası, 1 Mart 2003’te Meclis’ten evet oyu çıkması için yırtınmış, çıkmayınca da “Büyük fırsat kaçırdık, mahvolduk, bittik” şeklinde yayınlar yapmıştı. Ertuğrul Özkök “Ekonomik yönden felaketin kapıda olduğunu, Türkiye’nin en az iki nesil kaybettiğini” iddia ediyordu.

Balyoz darbe planı için 2002 Aralık ayı başında düğmeye basıldığını biliyoruz. Çetin Doğan 5-7 Mart 2003 tarihleri arasında Selimiye Kışlası’nda darbe planının seminerini yapmıştı.

Cunta, amacına ulaşamamıştı.

27 Mart 2003 tarihinde, iş dünyasının önde gelen isimlerinin Doğan Holding’in binasında toplandıklarını biliyor muydunuz?

Rahmi Koç, Aydın Doğan, Tuncay Özilhan, Ömer Sabancı toplantının önde gelen isimleri arasındaydı.

Tezkerenin geçmemesinin Balyoz darbe planına sekte vurmuş olduğu anlaşılıyor. Tezkere geçseydi, Türkiye Irak’ta ABD’nin yanında yer alacaktı. Böylece, Rahmi Koç’un arzusu gerçekleşecekti.

Baronların Türkiye’de kaybetmeye başladığı ‘kırılma anı’ tezkeredir.

***

Rahmi Koç, 28 Şubat sürecinde Tansu Çiller için “Küçük Hanım gidecek hem de nasıl gidecek” diye meydan okumuş, üç hafta sonra Refahyol hükümeti istifa etmişti.

28 Şubat gibi darbe süreçlerinde işleyen derin hiyerarşiyi isabetli bir biçimde değerlendirebilmek için ‘paşaların da patronları’ olduğunu görmemiz gerekir.

Bunun anlamı şudur…

Paşaların da üzerinde bir derin devlet yapısı bulunuyordu.

O yapının ana damarını da baronlar yani Türkiye’deki önde gelen işadamları oluşturuyordu.

Türkiye’deki derin devleti sadece ‘askeri vesayet’ ile izah etmeye çalışanlar bilerek ya da bilmeyerek derin baronların vesayet rejiminin üzerini örtmüştür.

Örneğin, Kurtlar Medyası’nın gizli organizatörü İshak Alaton’un has adamı liberal yazar Hasan Cemal her defasında askeri vesayetten yakınır ancak hiçbir zaman işadamlarının derin fonksiyonlarından bahsetmez.

“28 Şubat soruşturması daha fazla genişlemesin” diyen cepheye şöyle bir bakınız orada en başta İshak Alaton’u, özellikle de Doğan Grubu yazarlarını göreceksiniz.

Bu koroya bazı Zaman yazarlarının da katılması dikkat çekmektedir.

İshak Alaton’u sütunlarında övmekten yorulmayan ve bu arada Aydın Doğan’ı sanki 28 Şubat’ın dışında imiş göstermeye çalışarak kollamaya çalışan Zaman yazarları az değildir.

Zaman Gazetesi, manşetlerinden her defasında generalleri hedef tahtasına oturtmakta ancak sayfalarında belli başlı baronları asla eleştirmemekte, tersine parlatmaktadır.

Gazete, sözünü ettiğim işadamlarını daima darbe süreçlerinin ve girişimlerinin dışında tutmaktadır.


EMEKLİ PAŞALAR VE KOÇ HOLDİNG

Paşaların da patronları vardır, dedim…

Bu gerçeği gördüğünüzde, emekli paşaların neden çoğunlukla Koç Grubu’nu tercih ettiklerini anlamanız zor değildir.

Emekli orgeneral Vural Beyazıt Migros’ta yönetim kurulu üyesi idi.

Harp Akademileri eski komutanı olan emekli korgeneral Kemal Yavuz, bir dönem Maret’te yönetim kurulu üyeleri arasında idi.

28 Şubat’ın önde gelen komutanlarından Deniz Kuvvetleri eski Komutanı Güven Erkaya vefat ettiği tarihe kadar Koç Üniversitesi mütevelli heyeti üyeliği yapmıştı.

Koç Holding Onursal Başkanı Rahmi Koç, altı yıl önce savcılıktan aldığı özel izinle o dönemde Tekirdağ’ın Saray ilçesinde tutuklu bulunan Deniz Kuvvetleri eski komutanı İlhami Erdil’i ziyaret etmişti.

Erdil, ‘haksız mal edinmek’ suçundan hakkında kesinleşen iki buçuk yıllık cezasını çekmekteydi.

Yolsuzluğa karıştığı için rütbeleri sökülen İlhami Erdil de Koç Holdingbünyesinde faaliyet gösteren bir şirkette yönetim kurulu üyesi olarak yer almış isimlerdendir.

Yine eski Deniz Kuvvetleri Komutanlarından emekli Oramiral Orhan Karabulut, Aydın Doğan’ın yakın arkadaşı olarak Doğan Holding yönetim kurulu üyeliğinde bulunmuştur.

Emekli Orgeneral Sabri Deliç ise İshak Alaton'un sahibi olduğu Profilo Holding'in Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı idi.

Devam eden Balyoz ve Ergenekon davalarında Deniz Kuvvetleri Komutanlığı mensuplarının önde gelmesi dikkat çekmektedir.

DERİN AĞABEY İNAN KIRAÇ

1979’daki Abdi İpekçi Suikastı sonrasında Ercüment Karacan apar topar Milliyet’i elinden çıkarmış…

O dönemde piyasada adı sanı bilinmeyen Aydın Doğan gazetenin yeni sahibi olmuştu.

Aydın Doğan’ın yakın dostu İnan Kıraç’tı.

Aydın Doğan, Vehbi Koç’un damadı İnan Kıraç’ın desteği ile yani Koç Grubu’nun arka çıkmasıyla Milliyet’in patronluğunu elde etmiştir.

İnan Kıraç, Aydın Doğan, Bedrettin Dalan ve Bülent Ulusu’yu yıllar boyunca aynı kadrajda görmek mümkündür.

Kıraç için, aynı zamanda ‘Derin Galatasaray’dır, diyebiliriz.

2011 yılının Ocak ayında Türk Telekom Arena Stadı’nın açılışında Tayyip Erdoğan’ı yuhalattıran da, kulübün o dönemdeki başkanı Adnan Polat’ın koltuğunu kaybetmesi sürecini o geceki olayla birlikte başlatan da işte bu ‘Derin Galatasaray’dır.

Ünal Aysal’ı Galatasaray Başkanı yapan İnan Kıraç’tır.

Aysal, 1970-1972 arasında Koç Holding bünyesindeki Ram dış ticaret şirketinde ihracat koordinatörü olarak görev yapmıştı.

Koç Ailesi’nin mutemet adamıdır.

Aynı zamanda MİT eski Müsteşarı Şenkal Atasagun’un çok yakın arkadaşıdır.

Atasagun, Süleyman Demirel’in yakın akrabasıdır.

Isparta Süleyman Demirel Üniversitesi’nin 12 Ekim 2010’daki akademik yıl açılış töreninde İnan Kıraç, Süleyman Demirel ve Kemal Kılıçdaroğluüçlüsünün buluştuklarını sizlere hatırlatmak isterim.

Üniversite senatosu tarafından kendisine fahri doktora verilen İnan Kıraç gözyaşlarına hâkim olamamıştı.

İnan Kıraç’ın, Cüneyt Arcayürek’e 2011 Genel Seçimleri öncesinde “Güvenilir kaynaklardan bilgi aldım. CHP birinci parti olacak” dediğini, Arcayürek Cumhuriyet’teki köşesinde yazmıştı.

Seçim sonuçları İnan Kıraç’ı mahcup ederken, bu sözlerinin kehanet değil de aslında bir temenniyi yansıttığı o günlerde dile getirilmişti.

2011 Genel Seçimi’nde AK Parti’nin yüzde 50 oy alması en başta yaşlı kurtları yani baronları çok üzmüş, Doğan Medyası’nı da çok güç bir durumda bırakmıştı.


“İTİRAFÇI” AYDIN DOĞAN!

Doğan Holding yönetimini kızlarına devreden ve Onursal Başkan sıfatını alan Aydın Doğan, geçtiğimiz günlerde Doğan Grubu Yayın İlkeleri’nin uygulanmasını denetlemek üzere yapılan toplantıda konuştu ve son 10 yılın değerlendirmesi babında “itiraf” denilebilecek sözler sarf etti.

Aydın Doğan’ın dikkat çekici cümleleri şunlardı:

“Biz bağımsız ve tarafsız yayıncılık derken, kimileri bunu militan gazetecilikiçin bir vize olarak gördü. Bazı medya mensupları kendilerini kurumlarının üzerinde adeta bir hükmü şahsiyet olarak algılamaya başladı…”

Bu vesile ile Aydın Doğan’a “Bu bir itiraf değil midir?” diye sormak istiyorum.

Hukukta en büyük belge itiraftır.

Her itirafın yasal ve ahlaki sorumluluğu vardır.

Aydın Bey, bu itirafının hesabını nasıl vermeyi düşünüyor, acaba?

Aydın Doğan’ın yetiştirdiği, beslediği o “militanlar” yazdıkları yazılarla, attıkları manşetlerle muhtıralara, darbe hazırlıklarına, cuntalara çanak tuttular 
Yuvalar yıktılar.
İnsanların hayatlarını mahvettiler.
Köşeleri döndüler.
Boğaz manzaraları villaların sahibi oldular.
Fatih Çekirge’nin Doğan Grubu’ndan Uzan Grubu’na transfer olurken beş milyon dolar aldığını hepimiz biliyoruz.
Çekirge, Cem Uzan’ın Star’ında Doğan Grubu’na yaylım ateşi açmış bir gazeteci olarak, Uzan’lar battıktan sonra nasıl olmuş da yeniden Hürriyet Gazetesine dönebilmiştir?

Günümüzde Hürriyet’in hem yazarı hem yönetiminde etkin bir isim, üstelikErtuğrul Özkök’ün de damadıdır.
Emin Çölaşan’a açıktan 300-500 bin dolar gibi paralar verdiğini bizzat Aydın Doğan söylemiştir.

“Çölaşan’ı köşesini mevzi haline getirdiği için kendisinin kovduğunu” ifade eden Aydın Bey, hangi zorlayıcı sebeplerden dolayı maaş veya primler dışında yüklü miktarlarda paraları eski yazarı Emin Çölaşan’a vermiştir?
Fatih Çekirge de Emin Çölaşan da, Aydın Doğan’ın eseridir!
Bütün bunlar nasıl ilişkilerdir?
AYDIN BEY’İN “ŞANTAJCI MİLİTANLARI”
Aydın Doğan, şimdi ilkeli yayıncılık diye tutturmuş ama onun geçmiş karnesindeki notları kırık…
Hem de çok kırığı var…
Vakit gazetesini ‘susturmak’ için eski para ile 1 trilyon 355 milyar lira tazminat davası açan Aydın Bey’di.

Aydın Doğan, 2008 yılında “Başbakan Erdoğan benim sicil amirim değildir. Hilton olayını şantaj gibi kullanıyor” diye konuşuyordu.

Peki, 28 Şubat sürecinde Refahyol hükümetinin bazı bakanlarına ve kimi DYP milletvekillerine “istifa” etmelerini sağlamak amacıyla şantaj yapanlar Doğan Medyası’nın yöneticileri değil miydi?

Vatan Gazetesi Yazarı Can Ataklı, dönemin Turizm  Bakanı Bahattin Yücel’e Hürriyet’in Genel Yayın Yönetmeni Ertuğrul Özkök tarafından şantaj yapıldığını ve bunun üzerine o süreçte Yücel’in istifa ettiğini (2012 Şubat’ının son günü) CNN Türk’te katıldığı bir programda söyleyince ortalık karışmıştı.
Bahattin Yücel, zor durumda kalmış ve geri adım atmıştı.
Ne var ki, o dönemi benim gibi yakından bilenler kül yutmuyordu.
28 Şubat döneminde Tansu Çiller’in Başdanışmanı olan Hüseyin Kocabıyık da Doğan Medyası’nın meşhur bazı yazarlarının Çiller’in doktorundan eski başbakanın (muayenesinden elde edilen) çıplak fotoğraflarını çaldıklarını ve o fotoğrafların Çiller üzerinde tehdit unsuru olarak kullanılmak istendiğini, geçtiğimiz yılki bir röportajda açıklamıştı.

Bu örneklerden sonra, “Şantajcılık, Aydın Doğan’ın ‘militanlarının’ önde gelen vasıfları arasında değil miydi?” diye sormak istiyorum.

Doğan Medyası’nda sansürcülük de sistematiktir.
Bunun en ileri örneklerini Emin Çölaşan’ın 2007 yılında Hürriyet’ten gönderilmesi sürecinde gözlemiştik.

O ‘kavga’ esnasında Çölaşan, yazılarının Ertuğrul Özkök tarafından nasıl sansür edildiğini örneklerle anlatmıştı.
Hürriyet’teki sansür olayı, Çölaşan gibi isimlerle sınırlı kalmamıştı.
Basın meslek ilkelerini ihlal etmek, Doğan Medyası’nın neredeyse hayat tarzı gibidir.
Bütün bu anlattığım medya günahlarının, bugüne kadar hesabını vermemiş olan Aydın Doğan’ın şimdilerde sureta haktan görünerek meslek ilkelerinden bahsetmesi, bu konuda ne kadar titiz olduğunu söylemesi hiç de inandırıcı değildir.

AYDIN DOĞAN-MESUT YILMAZ İŞBİRLİĞİ

18 Haziran 2002’de Pamukbank’a el konulmasından önce dönemin BDDK yetkililerinin durumu gün be gün Mesut Yılmaz’a ve Aydın Doğan’a rapor ettikleri, Ergenekon iddianamesinin delilleri arasında yer almıştır.
2008 yılının Ağustos ayında medyaya yansıyan belgeler sayesinde, dönemin BDDK Başkan Yardımcısı’nın Çukurova Grubu’nun sahibi Mehmet Emin Karamehmet’e ait Pamukbank’a el koyma sürecinde Doğan Grubu ile paslaştığı ortaya çıkmıştır.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder