Cemaat medyasının, 'Erdoğan'sız Türkiye' operasyonuna bütün gücüyle destek verdiği, bu süreçte CHP, MHP hatta Ergenekon çetesinin artıklarıyla aynı kare içinde yer aldıkları ve bundan da hiç bir şekilde rahatsız olmadıkları görülüyor!
Eyvah ki, ne eyvah!
'İSLÂM'A KARŞI İSLÂM' SAVAŞI: MEZHEBÎ VE MEŞREBÎ ÇATIŞMA STRATEJİSİ
Bendeniz, her şeye rağmen Cemaat'le ilgili eleştirilerimi bu süreçte hep saklı tuttum.
Gerekçem şuydu: Küresel sistem, önümüzdeki -yüzyıllık- süreçte, 'İslâm'a karşı İslâm' stratejisini fiilen uygulamaya koymuştu. Ve bu stratejiyi, İslâm dünyasında, makro düzlemde mezhebî olarak, mikro düzlemde de meşrebî olarak Müslümanları birbirine düşürecek şekilde adım adım hayata geçirmeye başlamıştı.
Dahası, Müslüman toplumlar, bu lanetli stratejinin sonuç vermesine imkân tanıyacak her türlü zaafla maluldü zaten.
HER ŞEYİ 'KENDİ ÇIKARLARI' İÇİN KULLANMA ÇİRKİNLİĞİ!
Bütün bunlara rağmen Cemaat medyası, yazdıklarımı çarpıtmaktan, çirkin bir şekilde 'kullanmaktan' çekinmedi.
Mesela pek çok internet sitesi, Türkiye'nin kendi kendini sömürgeleştirme, İslâm'ın bu ülkenin hayatından uzaklaştırılma süreciyle ilgili olarak kurduğum, 'haçlıların bin yıldır yapamadıklarını biz kendi ellerimizle yaptık' şeklindeki cümlemi, 'Tayyip Erdoğan, haçlıların bin yıldır yapamadıklarını yaptı' diyecek kadar ahlâk sınırlarını hiçe sayarak çarpıtmakta, internet ortamında, sosyal medyada dolaşıma sokmakta hiç bir sakınca görmedi!
Bu kadarını beklemiyordum. Meşrû bir şeye, gayr-ı meşrû yollarla gidilemez. Cemaat medyasının, her şeyi kendi çıkarları için bu kadar ilkesizce ve çirkin bir şekilde kullanması ürküttü beni.
CEMAAT, KENDİ AYAĞINA KURŞUN SIKIYOR!
Cemaatin yöneticileriyle yaptığımız görüşmede söyledikleri şeylere rağmen, Cemaat medyasının, 'Erdoğan'sız Türkiye' operasyonuna destek verme konusunda da aynı ilkesizlikle hareket ettiğini görmek beni kahrediyor açıkçası: Cemaat medyasında yayınlanan haberler, yazılan köşe yazıları, CHP, MHP ve benzeri aktörlerle birlikte 'Erdoğan'sız Türkiye' hayaline su taşıyor.
Ayrıca Fethullah Gülen'in, cemaatin operasyonla ilgisinin olmadığına (!) dair avukatı aracılığıyla yaptığı açıklama, tüyler ürpertici bir açıklamadır.
Zaman gazetesi, bu açıklamayı, Fethullah Gülen fotoğrafı eşliğinde aynen şöyle vermiş: 'Mesnetsiz iddialarla kamuoyunun dikkati soruşturmadan uzaklaştırılıyor.'
Bu nasıl bir açıklamadır, Allah aşkına!
Tek kelimeyle: Ürkütücüdür! Çünkü bu, her şeyden önce, Cemaat'in kendi ayağına kurşun sıkmasından başka bir anlam ifade etmez!
ERDOĞAN'I 'MEZARA GÖMÜNCEYE' KADAR!..
Öyle anlaşılıyor ki, iç ve dış şebekeler, hükümeti devirinceye ve Türkiye'nin bölgedeki yürüyüşünü durduruncaya, kısacası, 'Erdoğan'ı mezara gömünceye' kadar bu savaşı sürdürecekler.
Bu ürpertici gerçek bütün çıplaklığıyla ortadayken, Cemaat, Cemaat'in önünü sonuna kadar açan Tayyip Erdoğan'ı 'mezara gömecek' ve Türkiye'nin yürüyüşünü durduracak 'Erdoğan'sız Türkiye' hayaline su taşımakla, sadece kendi ayağına kurşun sıkmakla kalmadığını, aynı zamanda, İslâm dünyasının toparlanma hayallerini suya düşürdüğünü göremiyorsa, vay hâline Müslümanların!
OPERASYON BAŞARILI OLURSA, TÜRKİYE, PARÇALANIR VE LEŞ KARGALARINA YEM OLUR!
Şunu iyi bilelim: Bu operasyon, Erdoğan'ı ve Türkiye'nin yürüyüşünü durdurma operasyonudur.
Türkiye, iki yüzyıl boyunca, içeriden ve dışarıdan kuşatılan tek önemli ülkedir dünyada.
Tayyip Erdoğan, son üç yıldan bu yana geliştirdiği ekonomik kalkınma hamlesiyle, bölgesel ve küresel aktörlerle kurduğu stratejik, ekonomik ve teknolojik hayatî ilişkilerle, hem dış vesayete, hem de içerideki uzantılarına büyük darbe vurmayı başardı.
Türkiye'nin, ilk defa, tarihî yükümlülüğünü farkettiği ve küresel sistemin bölgemizi köleleştiren, kaynaklarını sonuna kadar sömüren oyunlarını püskürtmeye başladığı bir zaman diliminde, 'Tayyip Erdoğan'sız Türkiye' operasyonu eğer başarıya ulaşırsa, Türkiye parçalanmaktan ve leş kargalarına yem olmaktan kurtulamaz.
Tam da bölgemizin ve dünyanın haritalarının yeniden çizildiği, Türkiye'nin, yeni bir dünyanın kurulmasında kilit roller oynama sürecine doğru emin adımlarla yürüdüğü tarihî bir dönemeçte, Türkiye'nin önünü açacak tek sembolleşmiş dünya lideri olan Erdoğan'ın 'mezara gömülmesi', sadece Türkiye'nin değil, bölgenin masum ve mazlum halklarının geleceğinin de, dolayısıyla İslâm dünyasının zilletten kurtulma, bağımsızlaşma ve ayağa kalkma imkânlarının da suya düşmesi anlamına gelecektir.
Son söz: Hükümetin hem yolsuzlukların, hem de bu operasyonu tezgâhlayanların üzerine sonuna kadar gitmesi, Türkiye'nin bu belayı defedebilmesinin tek çıkar yoludur.
YEİ ŞAFAK / Yusuf Kaplan
Baronların "Çökertme" Oyunu!
Eski Rejim''in Derin Baronları, hangi örtülü operasyondan fal tutarlarsa tutsunlar…
Açık veya gizli ne yaparlarsa yapsınlar fayda etmiyor…
Olmuyor, bir türlü Türkiye''nin ekonomisini çökertemiyorlar!
İstanbul''daki baronların bağlı olduğu ''Derin Amerika'' mı, allem etti kallem etti ama bir türlü Batı''dan kaçan çok büyük miktarlardaki parayı geri döndüremedi, döndüremiyor.
Uzun yıllar boyunca, Körfez ülkelerinden başta ABD olmak üzere Batı''ya akan ''Arap Sermayesi'' yön değiştireli beri; amansız bir ekonomik hastalığa duçar oldular, pansuman tedbirler fayda etmiyor, hayati sıkıntıları devam ediyor.
Dünyadaki para akışı, modern zamanlarda ilk kez bütün ezberleri yerle bir edecek şekilde yön değiştirdiğinde; bunun görünürdeki yansıması 2008 yılının sonbaharında ABD''de patlak veren küresel finans krizi olmuştu.
Körfezdeki paranın 11 Eylül 2001 sonrasında Batı''dan kaçması, bu durumun süreklilik arz etmesi, geri dönmeyişi…
Yirmi birinci yüzyılın ilk on üç yılında, şimdiye kadar görülmemiş çapta gelişmeleri beraberinde getirdi, sarsıcı siyasal sonuçlar doğurdu, dengeleri değiştirdi.
İşbu devasa gelişmeler, başta ABD olmak üzere İsrail, İngiltere, Almanya, Fransa''yı vs. yani ''uluslar arası şer konsorsiyumu'' diye nitelendirebileceğimiz ''İslam Karşıtı'' cepheyi can evinden vurdu.
*
Yeni Şafak''ın dünkü manşetinin alt başlığında şu satırlar yazılıydı:
''Krizdeki Batı ülkeleri, çareyi gelişen ekonomilere kaçan sermayeyi geri getirmekte buldu. Medya desteğiyle isyan provasının yapıldığı Türkiye, Endonezya ve Brezilya''da ''doları ve faizi yükselt, borsayı çökert'' formülü uygulamaya konuldu!
*
Gezi Parkı elbisesi giymiş ayaklanma provasının ekonomik ayağının senaryosunu yazanlar çökertme operasyonu planlamışlardı; alınan önlemlerle bir defa daha ''ekonomik darbe girişimi'' püskürtüldü.
(Yeniden deneyeceklerdir!)
16 Mayıs-9 Haziran 2006 tarihleri arasında 25 milyar doları aşkın paranın Türkiye dışına transfer edilmesiyle, Washington''dan emir alan İstanbul''un derin baronları ekonomik provokasyon icra etmişler ancak amaçlarına ulaşamamışlardı.
Körfez kaynaklı aynı miktardaki ''sıcak para'' piyasalara girmiş, ekonomiyi kurtarmıştı!
O tarihte gizlice İstanbul''a gelen ve Çengelköy Kordon Restoran''daki gizli toplantıda (5 Haziran 2006) içerideki işadamlarına Türkiye dışına ''daha fazla para transferi yapmaları gerektiğini'' söyleyen, dikte eden mi?
Dönemin Dünya Bankası Başkanı Wolfowitz''den başkası değildi!
Gayrımeşru Irak Savaşı''nın mimarlarından Paul Wolfowitz, 23 Mayıs 1998''de ''Mister Koç''la iftihar ediyoruz'' demişti. O dönemde Johns Hopkins Üniversitesi''nde dekan olan Wolfowitz, Rahmi Koç''a ''fahri doktora'' unvanı verirken böyle diyordu.
12 Şubat 2013 tarihli ''Kod Adı: İstanbul İsyanı'' toplantısında, Michael Rubin''in moderatörlüğünde Neo-Con''ların önde gelen isimleri Türkiye için kriz falı bakarken, gayet tabii Wolfowitz de oradaydı!
*
Neo-Conlar, Mister Koç, Nakkaştepe, Divan Oteli, Gezi Parkı; ha, bir de TÜSİAD var…
TÜSİAD Başkanı Muharrem Yılmaz mı, ''Faiz lobisinden ne kastedildiğini anlamıyorum'' diye konuşuyordu.
Öyleyse ''Faiz Lobisi'' yerine, direk ''İstanbul''un Derin Baronları'' demek gerekir.
O vakit, belki TÜSİAD Başkanı''nın jetonu düşer!
3 Aralık 1997''de Genelkurmay''a gidip brifing veren (Dikkat: Brifing alan değil!) TÜSİAD heyeti idi.
Türkçesi? 28 Şubat sürecinde Genelkurmay''ın da üzerinde işadamları yani baronlar vardı!
Bugün sorsanız, günümüzün TÜSİAD Başkanı ''Brifing verme işi ile neyin kast edildiğini anlamakta güçlük çekiyorum'' veya ''28 Şubat''la TÜSİAD''ın ne ilgisi var ki?'' falan diyecektir!
Başbakan ''Faiz Lobisi''ni işaretlediğinden beri…
Büyük sermayeyi, İstanbul Baronları''nı koruma ve kollama altına alanlar, ''Yaşlı Kurtlar Medyası''nın kamuoyunu hipnotize etmeye çalışan oyuncularıdır.
ABD ve İsrail politikalarının yılmaz savunucusu olan medyadaki bu ''eşik bekçileri'' Yeni Türkiye''nin hasmıdırlar.
*
Ankara, içerideki baronların ve onların da bağlı olduğu Washington''daki büyük baronların; kumpas Gezi''sine çıkmış, ''örtülü saldırısı'' altında iken…
Eş zamanlı olarak…
Yaşlı Kurt''un nüfuzu altındaki Taraf gazetesi başta ''Muhaberat devleti kuruluyor'' kuyruklu yalanı olmak üzere fabrikasyon yayınlarla MİT''e saldırıyor.
Yani? Bu da, kirli hesaba dâhildir.
*
Aslında bir sivil darbe girişimi olan MİT Krizi…
Başbakan''ın odasına ''Böcek!'' yerleştirilmesi…
Reyhanlı Saldırısı…
''Gezi'' üzerinden Kalkışma Provası…
Hepsi, aynı kapıya çıkıyor!
YENİŞAFAK / Tamer Korkmaz
SAHTEKARLAR, MAKALEMİ ÇARPITIP VERİYORLAR
Bediüzzaman'dan naklettiğim ifadelerde açıkça beyan ettiğim gibi, böyle ahmaklar bin sene de yaşasalar, mevcut hükümetlerin hiçbirini beğenmeyeceklerdir.
1. Tayyip Bey nefsimden daha çok güvendiğim bir devlet adamıdır. Devletin bir kuruşuna el uzatmadığını zaten ifade etmişim.Yolsuzluğa ve rüşvete fetva vermek, benim değil, 17 Aralık'tan beri Türkiye'yi % 30 fakirleştiren soytarıların işidir.
2. Ancak bürokrasi ve hükümetin içinde her görüşten insanlar bulunduğu için, benim söylediğim, Cumhuriyet Tarihi boyunca yolsuzlukların oranı % 80 iken şu anda en fazla % 20 olabilir demişim.
Yani Tayyip Cumhuriyet tarihi boyunca başarılamayanı başarmıştır.
3. % 20 haramdan bir şey olmaz dediğimi söyleyenler müfteri ve alçaktır. Bunları Allah'a havale ediyorum.
4. Bu sahte fetva iddiasını dile dolayanlar, Müslümanlardan topladıkları burs paralarını ve kurban paralarını, Obama ve hatta bazı Türkiye düşmanı Amerikan Kongre üyelerine verirken fetvayı kimden aldıklarını nazara versinler.
Düştükleri çukurlara bizi de çekmek isteyenleri Allah'a havale ediyorum.
*
MEVCUT HÜKÜMETİN İÇİNDE YOLSUZLUK YAPANLARIN OLDUĞUNA DAİR İDDİALAR VE BASİRETLİ OLMAK
Muhterem kardeşlerim biz hiçbir zaman yolsuzluk, rüşvet ve suiistimallere taraftar olmadık ve herzaman lanetledik. Ancak şu hakikatları da unutmadık:
1. Eski hükümetler, milletin malının % 80'ini yiyorlar ve kalan % 20 ise yol parasına bile yetmiyordu. Tayyip Beyin hükümetleri ve bürokratları ise, % 20'ini yediler; ancak % 80'ini millete harcadılar. Şu anda CHP Genel Başkan Yardımcısının ifadesiyle "Çok büyük işler yaptılar; keşke yiyenleri tam engelleselerdi. Bizimkiler ise tamamını yiyordu". Ben de yolsuzluk yapanların olduğunu bilenlerdim.
2. Ama onları "ihtilas ve irtişa" ile suçlayan muhterem zatlar, evvela 77 milyonun 15 Aralık sonrası % 30 servetini çaldılar. Ayrıca kendi hizmeti içindeki suiistimalleri öğrenseler kalp krizi geçirirlerdi. Bilmiyor değil, hizmetin hatırı için susuyoruz.
3. Şu hakikatı bütün Müslümanların bilmesi lazım:
"Muhali taleb etmek, kendine fenalık etmektir.... Zerratı günahkârlardan mürekkeb bir hükûmet, tamamıyla masum olamaz. Demek nokta-i nazar, hükûmetin hasenatı seyyiatına tereccuhudur. Yoksa seyyiesiz hükûmet muhal-i âdidir. Ben öyle adamlara, anarşist nazarıyla bakıyorum. Zira onlardan birisi -Allah etmesin- bin sene yaşayacak olsa, âdeta mümkün hükûmetin hangi suretini görse, hülya ile yine razı olmayacak. Şu hülyanın neticesi olan meyl-üt tahrib ile o sureti bozmağa çalışacak. {Ki, komünist ve anarşist manasıyla Kemalizm ve inkılab softaları ve dönmeleri görmüş gibi haber veriyor.} Şu halde böylelerin fena zannettikleri Jön Türkler nazarlarında dahi, mel'un, anarşist ve iğtişaşcı fırkasından addolunurlar. Meslekleri ihtilal ve fesaddır." Münazarat ( 17 )
Biz 700.000 TL'lik saati ahlaksızca koluna takanları, belediyeye 90 bin TL'ye mal olan daireleri, 58 bin TL'ye kendi yandaşlarına seçim malzemesi olarak peşkeş çeken belediye başkanını ve cami yapılmak üzere askeriye bile ikna edilerek alınan arsaya ticari bina yapıp yakınlarına vermek isteyen gafilleri, bu hükümetin günahkâr zerreleri olarak görüyoruz.
4. Bu günahkârların Tayyip Beyi kirletmediğini düşünüyor ve Ak Partinin bağırsaklarını temizlemesi gerektiğini her fırsatta hatırlatıyoruz. Beytülmala hıyanet etmeyen Tayyip Beyi cumhurbaşkanı olarak görmek istiyoruz ve dua ediyoruz.
5. Kaldı ki, "Ümmetim dalalet üzerine ittifak etmez" buyuran Peygamberimizden de ilham alıyoruz.Şu anda Nur Cemaatlerini kahir ekseriyeti, Süleyman Efendi hizmetlerinin önemli bir kısmı, Milli İrade Platformuna katılan 200'e yakın vakıf ve cemiyetin tamamı aynı kanaattedir.
Muhaliftekiler ise, CHP'liler; Kemalistler, Hayda Baş, Koç ve benzerleri, bunların avukatlığını yapan zavallı bazı Müslümanlar ve sairedir.
"B asil Türk milleti ihtiyarıyla o partiyi kat'iyyen iktidara getirmeyecek. Çünki Halk Partisi iktidara gelecek olursa, komünist kuvveti aynı partinin altında bu vatana hâkim olacaktır. Halbuki bir Müslüman kat'iyyen komünist olamaz, anarşist olur. Bir Müslüman hiçbir zaman ecnebilerle mukayese edilemez. İşte bunun için hayat-ı içtimaiye ve vatanımıza dehşetli bir tehlike teşkil eden bu partinin iktidara gelmemesi için, Demokrat Parti'yi, Kur'an ve vatan ve İslâmiyet namına muhafazaya çalışıyorum." Emirdağ Lahikası-2 ( 206 )
Halkçılar ırkçılığı elde edip, tam sizi mağlub etmeye bir ihtimal-i kavî ile hissettim ve İslâmiyet namına telaş ediyorum. Emirdağ Lahikası-2 ( 164 )
Yalanı yüzlerine vuruyor; ehl-i imanı bu yalancı ve müfterilere karşı ikaz ediyorum. Zannedersem bu fitne tohumları, yedi büyük günahtan olan "yalan söylemeyi" ekip olarak ortadan kaldırıp büyük günahları altıya indirmişler.
*
Prof. Dr. Ahmed Akgunduz
Bediüzzaman'dan naklettiğim ifadelerde açıkça beyan ettiğim gibi, böyle ahmaklar bin sene de yaşasalar, mevcut hükümetlerin hiçbirini beğenmeyeceklerdir.
1. Tayyip Bey nefsimden daha çok güvendiğim bir devlet adamıdır. Devletin bir kuruşuna el uzatmadığını zaten ifade etmişim.Yolsuzluğa ve rüşvete fetva vermek, benim değil, 17 Aralık'tan beri Türkiye'yi % 30 fakirleştiren soytarıların işidir.
2. Ancak bürokrasi ve hükümetin içinde her görüşten insanlar bulunduğu için, benim söylediğim, Cumhuriyet Tarihi boyunca yolsuzlukların oranı % 80 iken şu anda en fazla % 20 olabilir demişim.
Yani Tayyip Cumhuriyet tarihi boyunca başarılamayanı başarmıştır.
3. % 20 haramdan bir şey olmaz dediğimi söyleyenler müfteri ve alçaktır. Bunları Allah'a havale ediyorum.
4. Bu sahte fetva iddiasını dile dolayanlar, Müslümanlardan topladıkları burs paralarını ve kurban paralarını, Obama ve hatta bazı Türkiye düşmanı Amerikan Kongre üyelerine verirken fetvayı kimden aldıklarını nazara versinler.
Düştükleri çukurlara bizi de çekmek isteyenleri Allah'a havale ediyorum.
*
MEVCUT HÜKÜMETİN İÇİNDE YOLSUZLUK YAPANLARIN OLDUĞUNA DAİR İDDİALAR VE BASİRETLİ OLMAK
Muhterem kardeşlerim biz hiçbir zaman yolsuzluk, rüşvet ve suiistimallere taraftar olmadık ve herzaman lanetledik. Ancak şu hakikatları da unutmadık:
1. Eski hükümetler, milletin malının % 80'ini yiyorlar ve kalan % 20 ise yol parasına bile yetmiyordu. Tayyip Beyin hükümetleri ve bürokratları ise, % 20'ini yediler; ancak % 80'ini millete harcadılar. Şu anda CHP Genel Başkan Yardımcısının ifadesiyle "Çok büyük işler yaptılar; keşke yiyenleri tam engelleselerdi. Bizimkiler ise tamamını yiyordu". Ben de yolsuzluk yapanların olduğunu bilenlerdim.
2. Ama onları "ihtilas ve irtişa" ile suçlayan muhterem zatlar, evvela 77 milyonun 15 Aralık sonrası % 30 servetini çaldılar. Ayrıca kendi hizmeti içindeki suiistimalleri öğrenseler kalp krizi geçirirlerdi. Bilmiyor değil, hizmetin hatırı için susuyoruz.
3. Şu hakikatı bütün Müslümanların bilmesi lazım:
"Muhali taleb etmek, kendine fenalık etmektir.... Zerratı günahkârlardan mürekkeb bir hükûmet, tamamıyla masum olamaz. Demek nokta-i nazar, hükûmetin hasenatı seyyiatına tereccuhudur. Yoksa seyyiesiz hükûmet muhal-i âdidir. Ben öyle adamlara, anarşist nazarıyla bakıyorum. Zira onlardan birisi -Allah etmesin- bin sene yaşayacak olsa, âdeta mümkün hükûmetin hangi suretini görse, hülya ile yine razı olmayacak. Şu hülyanın neticesi olan meyl-üt tahrib ile o sureti bozmağa çalışacak. {Ki, komünist ve anarşist manasıyla Kemalizm ve inkılab softaları ve dönmeleri görmüş gibi haber veriyor.} Şu halde böylelerin fena zannettikleri Jön Türkler nazarlarında dahi, mel'un, anarşist ve iğtişaşcı fırkasından addolunurlar. Meslekleri ihtilal ve fesaddır." Münazarat ( 17 )
Biz 700.000 TL'lik saati ahlaksızca koluna takanları, belediyeye 90 bin TL'ye mal olan daireleri, 58 bin TL'ye kendi yandaşlarına seçim malzemesi olarak peşkeş çeken belediye başkanını ve cami yapılmak üzere askeriye bile ikna edilerek alınan arsaya ticari bina yapıp yakınlarına vermek isteyen gafilleri, bu hükümetin günahkâr zerreleri olarak görüyoruz.
4. Bu günahkârların Tayyip Beyi kirletmediğini düşünüyor ve Ak Partinin bağırsaklarını temizlemesi gerektiğini her fırsatta hatırlatıyoruz. Beytülmala hıyanet etmeyen Tayyip Beyi cumhurbaşkanı olarak görmek istiyoruz ve dua ediyoruz.
5. Kaldı ki, "Ümmetim dalalet üzerine ittifak etmez" buyuran Peygamberimizden de ilham alıyoruz.Şu anda Nur Cemaatlerini kahir ekseriyeti, Süleyman Efendi hizmetlerinin önemli bir kısmı, Milli İrade Platformuna katılan 200'e yakın vakıf ve cemiyetin tamamı aynı kanaattedir.
Muhaliftekiler ise, CHP'liler; Kemalistler, Hayda Baş, Koç ve benzerleri, bunların avukatlığını yapan zavallı bazı Müslümanlar ve sairedir.
"B asil Türk milleti ihtiyarıyla o partiyi kat'iyyen iktidara getirmeyecek. Çünki Halk Partisi iktidara gelecek olursa, komünist kuvveti aynı partinin altında bu vatana hâkim olacaktır. Halbuki bir Müslüman kat'iyyen komünist olamaz, anarşist olur. Bir Müslüman hiçbir zaman ecnebilerle mukayese edilemez. İşte bunun için hayat-ı içtimaiye ve vatanımıza dehşetli bir tehlike teşkil eden bu partinin iktidara gelmemesi için, Demokrat Parti'yi, Kur'an ve vatan ve İslâmiyet namına muhafazaya çalışıyorum." Emirdağ Lahikası-2 ( 206 )
Halkçılar ırkçılığı elde edip, tam sizi mağlub etmeye bir ihtimal-i kavî ile hissettim ve İslâmiyet namına telaş ediyorum. Emirdağ Lahikası-2 ( 164 )
Yalanı yüzlerine vuruyor; ehl-i imanı bu yalancı ve müfterilere karşı ikaz ediyorum. Zannedersem bu fitne tohumları, yedi büyük günahtan olan "yalan söylemeyi" ekip olarak ortadan kaldırıp büyük günahları altıya indirmişler.
*
Prof. Dr. Ahmed Akgunduz
Ekrem Dumanlı sadece gazeteci mi?
Bir gazeteciyi savunmak boynumuzun borcu. Basını, medyayı, düşünce ve ifade özgürlüğünü savunmak tartışılamaz bile. Bugünün dünyasında, hangi düşünceye mensup olduklarına bakmaksızın, bu değerlere hakkını vermeyenlerin, sahip çıkmayanların saygı duyulacak bir tarafı yoktur.
Dün Türkiye ciddi bir operasyona tanık oldu. İki yayın grubunun başındaki iki isim gözaltına alındı. Hidayet Karaca ve Ekrem Dumanlı. Biri bir televizyon grubunu yönetiyor diğeri de bir ulusal gazetenin başında.
Gazete yöneticisi olarak, gazeteci olarak, köşe yazarı olarak hiç düşünmeden, ilk refleksim karşı çıkmak olmalı. Medyaya, basına, gazeteciye yönelik her olayda hemen bütün gazeteciler aynı tavrı gösterir. Bu bizim için değişmez bir kuraldır. Kelle koltukta mücadele ederler, hiçbir koruma kalkanları yoktur, genelde açık tehdit altındadırlar çünkü.
Ama hepimiz biliyoruz ki, ortadaki sorun, medya, gazeteci sorunu değildir. Bu sözü, yarın şahsıma karşı nasıl kullanacağını bilerek yazıyorum. Ekrem Dumanlı da, Hidayet Karaca da, konuyu medya özgürlüğü çerçevesinde görenler de tartışmanın, sorunun, çatışmanın ne olduğunu pekâlâ biliyor.
Öyleyse samimi olma, açık yüreklilikle konuşma zamanı.
Fitne, komplo, tehdit, şantaj..
7 Şubat’ta başlatılan, 17 ve 25 Aralık’la açığa kavuşan bir mücadele yaşıyor Türkiye. Fethullah Gülen ve ekibinin, devlet olma projesini, bu amaçla yürüttüğü hükümeti devirme planlarını, yolsuzluk operasyonu kılıfıyla bu ülkenin Başbakanı’nı, bakanlarını, yüksek bürokratlarını, önemli işadamlarını, gazetecilerini, cemaat liderlerini, kanaat önderlerini tasfiye etme, yüzlerce insanı hapislere doldurma, önüne çıkacak ne varsa yok etme hesaplarını biliyor.
17 Aralık’ta başlattıkları açık savaşı bir ayda bitireceklerine, amaçlarına ulaşacaklarına inanıyor, bunu kendi aralarında konuşuyor, müthiş bir özgüvenle hareket ediyor, yeni hükümetin kadrolarını şekillendiriyor, Türkiye’yi avuçlarına aldıklarına inanıyorlardı.
Dokunmadıkları hiçbir cemaat, hedef almadıkları kanat önderi, haklarında dosya tutmadıkları gazeteci, nasıl yok edeceklerini planlamadıkları siyasetçi kalmamıştı neredeyse. İstihbarat kadrolarındaki güçleri üzerinden insanları dinlediler, fişlediler, mahrem hayatlarına müdahale ettiler. Şantajlar yaptılar, tehditler yaptılar, insanları sindirdiler, korkuttular, cezalandırdılar.
Öyle bir güç zehirlenmesi yaşıyorlardı ki, siyasi iktidar değil devlet iktidarını bile bir engel olarak görmüyorlardı. Karar verilmişti, harekete geç talimatı gelmişti, düğmeye basılmıştı. Artık Türkiye onlarındı, onlara tabi olmayan, itaat etmeyen, karşı çıkan herkes hedefti. Önlerinde potansiyel engel olabilecekler için bile dava dosyaları hazırdı. Yüzlerce belki çok daha fazla insanı gözaltına alıp yargılayacakları mekânlar için bile hazırlıklar yapmışlardı. Önlerinde Tayyip Erdoğan vardı. Ona diz çöktüremedikleri için en büyük hedef olarak onu seçmişlerdi.
İnanılmaz derecede kirli bir iftira, fitne ve dezenformasyon süreci başlattılar. Özellikle darbe senaryosu geri tepince sahip oldukları medya üzerinden, gazete ve televizyonlardan dünyanın en çirkin kampanyalarını yaptılar. Bir yıldır, duymadığımız hakaret ve küfür kalmadı. Akla hayale gelmeyecek yöntemler kullandılar. Türkiye entrikanın, fitnenin en ileri noktasını gördü.
İnanılmaz derecede kirli bir iftira, fitne ve dezenformasyon süreci başlattılar. Özellikle darbe senaryosu geri tepince sahip oldukları medya üzerinden, gazete ve televizyonlardan dünyanın en çirkin kampanyalarını yaptılar. Bir yıldır, duymadığımız hakaret ve küfür kalmadı. Akla hayale gelmeyecek yöntemler kullandılar. Türkiye entrikanın, fitnenin en ileri noktasını gördü.
Türkiye karşıtı lobiye dönüştüler
17 Aralık sonrası az da olsa gazetecilere yönelik kumpasların farkına vardık. Eğer başarılı olsalardı bugün onlarca gazeteci hapiste olacaktı. Kendi polis, savcı, hakim üçlemesinin kurbanları olarak yıllarca hapiste çürüyeceklerdi. O güne kadar “cemaat” olarak gördüğümüz bir yapının Türkiye tarihinde tanık olmadığımız, sistem içinde örgütlenen bir istihbarat ağı olduğunu, sistem içinden bir darbe teşebbüsü yapıldığını gördük.
Para transferleriyle, sivil ve askeri bürokrasisiyle, medyasıyla, sosyal örgütlenmeleriyle, dışarıdaki ortaklarıyla bir Türkiye projesi uygulamaya konulmuştu. Biz içeriyi tartışsak da ortada ulus üstü bir organizasyon, cemaat üzerinden bir Türkiye projesi uygulanıyordu. Darbe teşebbüsü suya düşünce aynı ekibin dünyaya yayılan organizasyonuyla Türkiye karşıtı en büyük lobiye dönüşebildiğini, dünya başkentlerinde hatta Afrika’da bile Türkiye’yi karalama kampanyaları yürüttüğünü gördük. Böyle olunca da Türkiye ile hesabı olan her güç ve çevre onlara destek olmaya başladı.
Gözaltına alınan medya mensupları işte bu yapının, çevrenin medyasını yönetiyordu. Hatta en güçlü ayağını oluşturuyordu. Devletin ve ülkenin mahremiyeti istihbarat ağları tarafından takip ediliyor, medyaları üzerinden servis ediliyor, bilgiler dışarıdaki bazı adreslere aktarılıyordu.
Bir gazetecinin devletle hesaplaşmasının ilk örneği
Gözaltına alınma gerekçeleri de, bir başka cemaate yönelik kumpas iddiaları oldu. Fethullah Gülen’i eleştiren bir risale çevresine bunun bedeli ödetilmiş, mensupları içeri tıkılmıştı. Gülen konuşmuş, gazetesi haber yapmış, televizyonu dizi çekmiş, savcısı soruşturma açmış, polisi harekete geçmiş, hakimi de mahkum etmişti. Evlerde bulunan el bombalarında bile polislerin parmak izi bulunmuştu.
Daha kaç örnek, kaç olay, kaç kurgu ya da kumpas böyle emir komuta zinciri içinde yapılmıştı? Mesela bu ekibin şike olaylarındaki etkisi ne olmuştu? Bilmiyoruz, zamanla, soruşturmaların seyrine göre öğreneceğiz. Öyle zannediyorum ki, darbe girişimine ilişkin dosyalar, soruşturmalar da olacak. Çünkü o konulardaki yargı süreci henüz başlamadı.
Yazılacak çok şey var. Asla bir kasıt, kötü niyetle değil, Türkiye’de aslında neler yaşandığını öğrenmek, görmek için. Bir gazetecinin, medya mensubunun ifade hürriyetinin çok ötesinde devletle hesaplaşmaya girişmesinin ilk örneğidir bu olay. “Cemaat” adı altında örgütlenen bir yapının devlet iktidarını kendi denetimi altına alma girişiminin de ilk örneğidir.
Hükümete, askere, diğer cemaatlere, gazetecilere, işadamlarına, yargı mensuplarına, aydınlara, kanaat önderlerine ve hemen her çevreye bir şekilde kumpas kuran, onlarla ilgili bir gizli ajanda uygulayan bir yapı ile o yapının medya kurumlarıdır söz konusu olan.
Gazeteciliği silaha dönüştürmek
Ekrem Dumanlı, gazetesinde meydan okuyabilir, hatta şov yapabilir, gazetecilik örtüsü altında bir dokunulmazlık arayabilir. Hiçbir gazeteci, gazete yöneticisi, yazarı, çizeri, mesleğinin kendisine verdiği gücü ve imkanı başka şeyler için bir örtü olarak kullanmamalı. Gazeteciliği silaha dönüştürürsek, bir güç/iktidar savaşının uzantısı haline getirirsek o zaman gazetecilik dışında cümlelerle konuşmak zorunda kalırız.
YENİ ŞAFAK / İBRAHİM KARAGÜL
PARALEL DEVLET DOSYASI : Paralel Yapı’nın İhaneti ve İkinci İstiklal Savaşı
“Her şey elden gidiyor. Tuhaf bir durum var. Bakalım ne olacak? Şimdi yalnız iki tane şey var. Eğer kapatma davası açılırsa, bir de üstüne ekonomik kriz gelirse, Türkiye biraz karışırsa belki bir umutlar doğabilir yani. Çünkü normal yollardan bunları mümkün değil yani.”
İfadeler İlhan Selcuk’a ait (7 Şubat 2008). Bu sözleri sarfettikten beş hafta sonra AK Parti aleyhinde kapatma davası açıldı. Memleketi karıştırma faaliyetleri o sözleri sarfettiği günlerde de tam hız devam ediyordu.
Son birkaç senede, özellikle son birkaç ayda, 2008’de Ergenekon Cetesi’nin yaptığına benzer entrikaların Paralel Yapı tarafından tezgahlandığına şahit oluyoruz. Kullandığı yöntemlere bakılırsa, Paralel Yapı’nın Ergenekon Çetesi’ne nazaran daha ahlâksızca oynadığı rahatlıkla görülebilir.
17 Aralık Darbe girişimiyle, İlhan Selçuk’un sıraladığı herşey hedeflenmişti. AK Parti harekete geçip Paralel Yapı’nın adalet mekanizması üzerindeki ağırlığını zayıflatmasaydı, AK Parti aleyhinde kapatma davası açılacaktı hiç şüphesiz.
Gezi Kalkışması’ndan beri memleketi karıştırmak istiyorlar. Ne yaptılarsa, halkı hükümetin aleyhine çeviremediler. Operasyonel olduğu her yönüyle belli olan “yolsuzluk operasyonu”yla Erdoğan’ın itibarını zedeleyerek halkın gözünden düşürmeye, AK Parti’nin oylarını düşürmeye çalışıyorlar bir müddettir.
“Hırsızlık var” diyorlar ama bir tane soyulan kişinin ismini veremiyorlar; “yolsuzluk var” diyorlar ama yolunan birisini gösteremiyorlar. “Soyulan ve yolunan devlettir” diyorlar ama, bu kadar soyulan ve yolunan devletin bunca yatırımı nasıl yaptığını izah edemiyorlar!
Büyük bir baraj düşününüz. Suyla dolu; içme suyu ihtiyacını karşıladığı gibi, toprağı sulayıp mahsul yetiştiriyor, elektirik üretiyor; kısacası memleket ahalisine binbir fayda sağlıyor. Dış mihraklar ve içimizdeki uzantılar bundan rahatsız oluyor. Suyu çekerek barajı kurutmaya çalışıyorlar. Onlar su çektikçe yerine yenisi ilave ediliyor. Emellerine ulaşamıyorlar. Baraja su takviyesi yapanları bulmaya çalışıyorlar… Başarısız oluyorlar. Onları bulmak için “bizden” bildiklerimizi devreye sokuyorlar. 17 Aralık Sureci’ni bu baraj örneğine uyarlayabiliriz.
Yani, aslında meselenin hırsızlık ve yolsuzluk olmadığını, bu hükümetin hırsızlık ve yolsuzluk yapmayacağını Paralel Yapı da biliyor ama emir eriler; rezil ve yok olmak pahasına, Lokal ve Global Derin Devletler’in “ne olursa olsun hükümet yıkılacak, Erdoğan gidecek!” emrini yerine getirmeye çalışıyorlar.
Yakınlarda bisimit.com sitesinde “Ses kayıtları gerçek ama…” başlıklı bir yazı çıktı (http://arsivlemesemolmazdi.blogspot.com/2014/03/ses-kaytlar-gercek-ama.html). ilginç bilgiler içeriyor. Bir kaçını paylaşıp, bugün “yolsuzluk var” diyenlerin asıl karın ağrılarına geleceğim.
“Ak Parti iktidar olduktan sonra Türkiye’ye yapılan yatırımların 5%’inin bile halktan alınan vergilerle yapılamayacağını düşünen bir tane Allah’ın kulu oldu mu? (İngiltere, Amerika, İsrail haricinde). Ey Türk Milleti, hiç düşündün mü söylesene? Bu ülke petrol satmaz, bu ülke doğalgaz satmaz, bu ülke maden satmaz, bu ülke altın çıkarmaz, bu ülke araba üretmez, bu ülke elektronik telefon v.b bir araç üretmez, bu ülke elmas çıkarmaz, bu ülke’nin turizmden başka hiç bir dış geliri yoktur. Bu ülkenin hatta ithalat-ihracat dengesi bile bozuktur. Kıymeti üzerinden hesap yapıldığında bu ülkeye giren mal, çıkan maldan çok daha fazladır. Yani ciddi bir cari açık vardır.”
“Buna rağmen, petrol satan Suudi Arabistan’dan, doğalgaz satan Rusya ve Azerbaycan’dan, silah satan Amerika, İngiltere ve İsrail’den, Araba satan Avrupa ülkelerinden, elektronik satan Güney Kore, Japonya’dan, ucuz iş gücü satan Çin’den daha fazla yatırımı nasıl oluyor da Türkiye yapıyor? Krizler bütün ülkeleri sarsarken Türkiye nasıl oluyor da sarsılmıyor? Yatırımlar durmuyor? Sağlık, bilim, eğitim, askeri alanda gelişmeler yavaşlaması gerekirken aksine hızlanıyor? Sosyal devlet olma yolunda Türkiye neden dünyada en hızlı devlet? Ne satıyor, nerden geliyor bu para?”
Yazar, meseleyi anlatabilmek için pes peşe sıraladığı bu sorulardan sonra “Peki nereden buldu bu parayı Türkiye?” can alıcı sorusunun cevabını veriyor:
“11 Eylül sonrasında Amerika Birleşik Devletleri ve Uluslararası kuruluşlar bir çok arap iş adamını El-Kaide’ye yardım ve yataklık yapmakla suçladı. Bu iş adamları 2’ye ayrılıyordu. Birinci grup Amerika ve İngiltere’nin sözünden çıkmayan ve bu tehditlerden korkarak yelkenleri indiren ve bu 2 ülkeye teslim olup haklarındaki bütün suçlamaları düşüren arap şeyhleri…”
“2. grup ise suçlamaları kabul etmeyerek davalarla tek tek mücadele edip masumiyetini kanıtlayan samimi arap iş adamları. İşte bu iş adamlarından bir tanesi de Yasin El Kadı (adamı bana anlattırmayın araştırın) idi. Daha sonra 2. gruptaki bu iş adamları New York ve Londra borsasındaki bütün paralarını çekerek nakit olarak uçaklarla Türkiye’ye taşıdılar.”
“Bu paraların çoğu kayıt dışı olarak $ halinde depolarda tutuldu. Bu paraların bir kısmı ile son 10 yıldır Türkiye’de yatırımlar yapıldı. Arap iş adamlarının bu paraları Türkiye’ye taşıma sebebi Amerika ve İngiltereye olan nefretlerinin artması ve İslam dünyasında Türkiye dışında ayakta kalan başka ülkenin kalmamış olmasıydı. Son kalenin Türkiye olduğunu onlar da farketmişlerdi. Samimi olan 2. gruptaki Yasin El Kadı gibi iş adamları kayıt dışı olan bu paraları Erdoğan’a teslim etmişlerdi. Erdoğan, yakın çevresini kullanarak bu paraları kullanana dek muhafaza etmek zorundaydı.”
“Nitekim Merkez Bankası’nda bile casuslar kol geziyor, Türkiye’deki dolar miktarını öğrenmeye çalışıyorlardı. Hatırlarsanız Merkez Bankası’ndan bir kaç kişinin işine casusluk suçlaması ile son verilmişti. Bu suçlamalar bu casusların içerdeki para miktarını öğrenerek ABD’ye bildirmesinden müteşekkil idi. Bu yüzden paralar Merkez Bankasında bile güvende olamazdı. Erdoğan Reza Zerrab’ı kullanarak paranın bir kısmını İran ile olan ticarette eritiyor, bir kısmını Türkiye’deki yatırımlarda nakit olarak kullanıyor, kalan kısmı da yakınları ile beraber muhafaza ediyordu.”
“Bu paralar devletin parası değildi. Devletin kasası açık vermiyor, aksine gelen para giden paradan daha az olduğu için sürekli fazla veriyordu. Bu fazlalığı kimse sorgulamıyordu. Bu ülkenin geliri bu ülkenin giderini karşılamıyorken, nasıl oluyor da Ülke batmıyordu? Bu soruyu bizden başka bütün ülkeler soruyordu aslında. Gezi olaylarında dolar 2 TL’yi görmeyecek diyen merkez bankası her gün piyasaya 1 milyar dolar sürüyor, bu da ABD ve İngiltere’yi çıldırtıyordu. Hangi paraydı bu piyasaya sürülen para? Merkez Bankasında dolar limitinin tükenmiş olması gerekiyordu. Doların en az 5 TL ‘ye fırlamış olması gerekiyordu. Ama olmuyordu işte. Arka planda merkez bankasına birileri kamyonla dolar taşıyor, merkez bankası da bu dolarları piyasaya sürerek ekonomiyi dengede tutmaya çalışıyordu.”
Akla şöyle bir soru gelebilir: “Madem hakikat budur, Başbakan neden çıkıp gerçekleri söylemiyor?” Cevabını da yazar şöyle veriyor: “Gerçekleri Başbakan işgal ettiği makam itibarı ile dile getiremez. Ak Parti de öyle. Ama ben BİSİMİT olarak bunu ilk dile getiren kişi oluyorum. Bu beni kahin yapmıyor. Bu gerçeği bir İngiliz, Bir Alman, Bir Amerikalı, Bir Yahudi bilir ama bir Türk bilemez mi?”
Devam ediyor “Bizi aşağılayan hain köpeklere cevabını verin. Bu para devletin geliri değil, aksine devlete Recep Tayyip Erdoğan’ın kendi itibarı ile kattığı ek gelirdir. Recep Tayyip Erdoğan’ın itibarı bu ülkeye bu parayı getirmiştir. Bu paralar bu güne dek milletin çıkarları için kullanılmıştır ve bundan sonra da bu çıkarlar doğrultusunda kullanılacaktır.”
Yazı devam ediyor ama maksat hasıl olduğu için burada kesiyorum. Merak eden verdiğim adrese gidip okusun. Turkiye’yi son kale olarak gören dünyadaki, hatta Turkiye’deki birçok zenginin, parasını aynı yollarla Erdogan’a emanet ettiğine inanırım. Milyarlarca dolar parayı piyasadan çekip ekonomiyi çökerterek Erdogan’i devirmeye, Turkiye’nin sahlanmasini engellemeye çalışanlar olduğu gibi, bunun tersini yapanlar da var.
Mesela son 10 sene zarfında “Merkez Bankası: Son bir ayda 8 milyar dolar çıktı”, “Türkiye’den altı ayda 9.7 milyar dolar çıktı”, “Türkiye’den 10 günde 1.5 milyar dolar çıktı”, “Türkiye’den bir haftada 10 milyar dolar sıcak para çıktı”, “Son dönemde Türkiye’den de 45 milyar dolar para çıkışı oldu”, “Türkiye’den yurtdışına 10 yılda 37 milyar dolar kaçırıldı” ve benzeri birçok habere rastlamışızdır. Bunların bir kısmı sıradan giriş çıkışlar; önemli bir kısmı ise çökertme amaçlıdır.
“16 Mayıs-9 Haziran 2006 tarihleri arasında 25 milyar doları aşkın paranın Türkiye dışına transfer edilmesiyle, Washington’dan emir alan İstanbul’un derin baronları ekonomik provokasyon icra etmişler ancak amaçlarına ulaşamamışlardı. Körfez kaynaklı aynı miktardaki ‘sıcak para’ piyasalara girmiş, ekonomiyi kurtarmıştı!”
“O tarihte gizlice İstanbul’a gelen ve Çengelköy Kordon Restoran’daki gizli toplantıda (5 Haziran 2006) içerideki işadamlarına Türkiye dışına ‘daha fazla para transferi yapmaları gerektiğini’ söyleyen, dikte eden mi? Dönemin Dünya Bankası Başkanı Wolfowitz’den başkası değildi!”
Tamer Korkmaz’in “Baronların ‘Çökertme’ Oyunu!” başlıklı yazısından aktardığım bu son ifadeler (http://yenisafak.com.tr/yazarlar/TamerKorkmaz/baronlarin-cokertme-oyunu/38251), ekonomik operasyonla AK Parti’yi çökertmeye çalışan mihragi öğreniyoruz: Neocon Çetesi. Yazıda ismi geçen Wolfowitz, Koç’lar başta olmak üzere Mustafa Süzer ve benzeri Turkiye’deki baronların yakın dostu. Koç’larin bir diğer dostu da, kendisine ananas hediye edecek, rafineri teslim edecek kadar yakın olan Fethullah Gülen ve Paralel Yapı’sı.
İlişkiler ağına bakıldığında şunu anlıyoruz: Neocon Çetesi ve içteki uzantıları, sıcak para girişini sağlayarak kendilerinin çökertme operasyonunu bertaraf edenleri tespit etmekte zorlanınca, devreye, sistem içine sızmış bulunan Paralel Yapı’yı soktular. 17 Aralık’taki darbe girişiminin bir hedefi de, Neocon Cetesi’nin çökertme oyununu etkisizleştiren milyarlarca dolar sıcak parayı bulmak, ardından bu paraların kaynağını kurutmakti büyük ihtimalle. Hatta denebilir ki, durdurulan TIR’lar sözkonusu parayı bulmak için durduruldu. Belki Halkbank’a yapılan operasyon da bununla ilgiliydi. Bütün bunlar zamanla anlaşılacak muhakkak.
Paralel Yapı’nın başarısı, Neocon Çetesi’nin başarısı sayılacak. Dolayısıyla, Türkiye’nin Paralel Yapı’nın eline geçmesi demek, direk Neocon Çetesi’nin kontrolüne girmesi demektir. Bu da, son 10 küsür senedeki bütün kazanımların berheva edilmesi, özgürleşen Türkiye’nin tekrar İsrail’in güdümüne sokulması demektir. Paralel Yapi’ya ait medyaya bakılırsa, Erdoğan ve hükümete karşı mücadelesini İsrail’in çıkarları için yaptığı anlaşılıyor; Emre Uslu ağzıyla itiraf bile ettiler. Başbakan Erdoğan “Bu süreç yeni İstiklal Savaşı mücadelesidir” derken bunu kasdediyor.
Dünya ve memleket müslümanlarından Erdoğan ve hükümete emanet edilen ve memleketin çöküşünü engelleyen bugünkü yardımları “yolsuzluk, hırsızlık, rüşvet” olarak lanse ederek dış mihrakların maşalığını yapan bugünkü ihanet şebekeleri, Kurtuluş Savaşı sürecinde yaşamış olsalardı büyük ihtimalle İngilizler’in safında yer alırlardı.
Kurtuluş Savaşı sürecinde de yurt dışından çok yardımlar alındı. Mesela, Sovyet Rusya’dan 11 milyon altın Ruble ile 100.000 lira değerindeki külçe altın yardımı sağlandı. Bu para, Sovyet Rusya’da yaşayan Müslüman halktan toplanmıştı.
Sovyetler, silah olarak da dört tümeni donatmaya yeterli 37.812 tüfek, 324 makineli tüfek, 66 top ve bunların cephanesini verdiler. Fransa da, işgal ettiği yerlerden çekilirken 10.089 adet tüfek, 1505 sandık cephane ve 10 adet uçağı bıraktı.
En büyük yardım ise Hindistan (bugünkü Pakistan, Bangladeş ve Hindistan) memleketinde yaşayan müslümanlardan geldi. İstiklal Savaşı boyunca, Hint Hilafet Komitesi aracılığıyla on beş kez yardım parası gönderdiler. Hint Hilafet Komitesi’nden Mustafa Kemal adına gönderilen para Maliye Bakanlığı’nın kayıtlarına ve hazineye girmemiş, Mustafa Kemal’in emrinde durmuş ve Osmanlı Bankası kasasında muhafaza edilmiş. Paralel Yapı ve bu günkü CHP o zaman yaşasaydı, büyük ihtimalle Mustafa Kemal’i de “yolsuz, hırsız, rüşvetçi” ilan ederlerdi!
30 Ağustos 1922’de gerçekleşen Başkomutanlık Meydan Muharebesi için toplam 5 milyon lira harcanmış, harcanan bu paranın yaklaşık üçte biri Hindistanlı müslümanların gönderdiği yardım paralarından karşılanmıştı. İstiklal Savaşı sonrası kalan para, bugün CHP’nin ortak olduğu Türkiye İş Bankası’nın ana sermayesini oluşturmuştur. 1920’lerde gelen yardımlardan bugün bile yararlanan CHP’nin, şimdi memlekete giren paradan rahatsız olması düşündürücü.
(İstiklal Savaşı’ndaki yardım konusu için Alptekin Müderrisoğlu’nun “Kurtuluş Savaşı’ nın mali kaynakları” başlıklı çalışması, Yavuz Bahadıroğlu, ve Tarık Yalçın’ın bulgularından yararlanıldı).
CEVDET AKBAY
Recep Tayyip Erdoğan şehit edilecekti
Fethullah Gülen’in 4 büyük düşmanı var"
Paralel yapının ele başı Fethullah Gülen ile ilgili şok sözler ortaya atıldı. Bediüzzaman’ın öğrencilerinden Muhammed Sait Nasır A Haber’e gündeme bomba gibi düşecek açıklamalarda bulundu.
Bediüzzaman Said Nursi’nin öğrencilerinden olan Muhammed Sait Nasır, A Haber’in sorularını yanıtladı.
Muhammed Sait Nasır, 86 yaşında Bediüzzaman Said Nursi’nin yaşayan öğrencilerinden biri. Fethullah Gülen’in ırkçılık maskesi altında dershaneler açtığını söyleyen Nasır, asıl amacının Türkiye’de ihtilal yapmak olduğunu ileri sürdü.
"Gezi Parkı’ndan sonra duruma hakim olacağını anladı" diyen Nasır, "Ondan sonra ikinci darbeyi yaptı. Eğer Tayyip Erdoğan, Allah’In himayesinde olmasaydı kurtulamayacaktı. Şehit edilecekti ve Türkiye bir daha 1924’lere dönecekti" açıklamasında bulundu.
Nasır; her fırsatta Bediüzzaman’ın talebesi olduğunu söyleyen Gülen’in aslında Bediüzzaman’la hiç görüşmediğini hatta cenaze törenine bile katılmadığını ileri sürdü.
Bediüzzaman’ın vefatından 20 gün önce görüşen Nasır, Said Nursi’nin kendisine "Said, bu münafıka dikkatli ol fakat zamanı gelince açıkla" dediğini söyledi.
"GÜLEN’İN 4 BÜYÜK DÜŞMANI VAR"
Muhammed Sait Nasır, Gülen’in 4 büyük düşmanı olduğunu belirtti.
1- ALLAH
2- Hz. Muhammed (SAV)
3- Bediüzzaman
4- Recep Tayyip Erdoğan
2- Hz. Muhammed (SAV)
3- Bediüzzaman
4- Recep Tayyip Erdoğan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder